19.04.2012

çok iyi türkçe konuşuyor ama galiba buralardan değil

bir arkadaş: hatırlıyor musun, bir ay önce buluştuğumuzda neler saçmalıyordun?
bir ben: di mi yaa, bir anda değişiyor işte bütün hikaye...

bir ay önce, olası ilişkiler bakımından, tıpkı ruth fisher gibi, artık ruhsal anlamda çok geç olduğunu, yedi milyon yaşında olduğumu ve konuyu kapattığımı söylüyordum arkadaşıma. bu memleketin manyak analarının doğurup büyüttüğü manyak oğullarından sıdkım sıyrılmıştı. ana kuzuları... egosu  yamalılar... onu mutlu etmek için varmışsın gibi davranan ama hayatın her alanında eşitlikten söz eden tuhaf solcular... hiçbir boku beğenmeyip, seni de durduğun yerde kitleyen kasıntılar..
(o kasıntılar ki; sarkazmi abartınca orgazmı unutmuşlardı. makara suresi 14.ayet)

ha bir mucize eseri, karşıma zarif bir italyan, nazik bir ispanyol filan çıksa bile onunla da hangi dilde anlaşacaktık, kısa ve hafif bir ilişki ardından ayrılmayacak mıydık.

özetle artık benim hikayemde kimse olmayacaktı, ben tabi ki çok üzgün bir kadın ve ilerde şaka konusu asabi bir teyze olacaktım, ehh naapalım, buna da nasılsa alışacaktım. hatta zamanla azcık aşım kaygısız başım filan diycektim. iyice ihtiyarladığımda, dizimin dibindeki yeğenlerime, gençlere "sevgiyi bulmanın ne kadar önemli" olduğunu söyleyip, "onu korumanın yolları"na devam edecekken, bu kısımla ilgili hiçbir fikrim olmadığını farkedince durgunlaşacaktım. "aslında biliyorum ama bildiklerimi kullanmaya fırsatım olmadı" demek yerine susacaktım. aklımın gidip geldiğine vereceklerdi.


yine de sağda solda karşıma çıkan güzel sevgili fotoğraflarını, resimleri filan biriktiriyordum hala. deli gibi bir yalnızlık hissine karşı yararsız tedavi yöntemleri demek ki. gerçi güzeldir hep, sevgililerden bahseden fotoğraflara bakmak. hatta cep telefonuma da bir kaç artistik fotoğraf atmıştım öyle. 

günler günleri kovalıyor, ben her sabah penceremden dünyaya bakıp "ne lan bu dünün aynısı" diyordum.
mart'ın ortasıydı,
kadın tanrılardan biri bana reddemeyeceğim bir teklif yaptı.

biri girdi hayatıma.  halbuki kurduğum ve iyi çalışan bir yalnızlık sistemim, kederli kabullerim vardı.
panikledim.
ilk günler panik içinde ama sürdürmeye çalışarak geçti, çünkü bir huzur, bir kendiliğindenlik vardı onun her davranışında... yormuyordu insanı.

birbirimizi tanımaya çalışırken, adet yerini bulsun ve biraz da alışkanlık gereği, iç politika, memleket gündemi ve türlü abukluklar hakkında konuşacak olduk bir buluşmamızda. ben "efendim şöyledir de,  böyle olması gerekir de..." ederken, öptü, gülümsedi ve "sistem bozuk güzelim," dedi.. 
bi durdum, şaşaladım, şaşkınlığımı gizlemek üzere kaldırdım bira bardağımı diktim kafama. bardağın dibinden baktım ona meraklı meraklı. noooluyoya? indirdim bardağı, bişe olduğu yoktu, öyleydi işte, sistem bozuktu burcucum.

hoşuma gitti, neşelendim. "di mi," dedim ya, "sistem bozuk ulan işte" bu kadar.

hiçbir ukalalığı, ben bilirimciliği, yönetmeciliği, işgalciliği olmadığı gibi karşı tarafın benzer gayretleri varsa ya da olsa, bakıyosun, hiç oralı da değil... aynı anda hem kendi halinde, hem onunla birlikte olabilmek ne güzel...miş.

yavaş yavaş orada burada biriktirdiğim sevgili fotoğraflarının bazılarını silmeye başladım. hikayesi olup olmadığını bilmediğim, bakarken kafama göre hikaye uydurduğum bu sevgili fotoğraflarının yerine bizim hikayemizin ümit besenleri birikmeye başlamıştı bile...

3 yorum :

  1. sıkı tutunun. hayvan gibi gülümsüyorum çok mutluyum.

    YanıtlaSil
  2. bilemedim;

    :)) sırf sırıtıyorum yaa.

    scrat,

    sıkı mı tutunsak, kulakları mı kapasak? netekim senin hayvan gibi gülümsedikten sonra sakinleştiğin vakî değil scrat'ım :)

    YanıtlaSil