26.09.2011

bizim büyük çaresizliğimiz, kitabını okumadan filmini izlemekmiş

filmde çetinle enderin ilişkisi eşcinsel çağrışımlar uyandırsa da, bu tür içlidışlı, sıkı dostlukların yaşanabildiğini bildiğimden hiç öyle eşcinsellik filan, takılmadı yani oralara.
benim derdim, filmin derdiyle ilgili. şüphesiz ki nihalin bu iki arkadaşın hayatlarına girişi değişik bir durumdu. ama bu durum değişikliği bir sonuç değişikliğine de götürmüyordu. olay yok ki bi sonuç olsun. demek ki bu durumda, "bu durum"un içine girmek için, filmi izlemeden önce kitabını okumak icap ediyormuş. bilmiyordum. böyle bir kitap olduğunu da bilmiyordum. özür dilerim.

filmin bi yerinde, çetinle ender mutfakta yemek pişiriyorlar, açık pencereden sokaktaki çocukların sesleri geliyor. nihal'den bahsedip susuyorlar. birbirlerine bakıyorlar. oyun oynayan çocuk sesleri yükseliyor. onlar birbirlerine ben onlara bakıyorum. üçümüz de çocuk seslerini dinliyoruz gibi bişe oluyor. ulan nooluyor, bişey var burda ama ne. bi de şu ender çok kitap gibi konuşuyor, diyaloğa giriyor ama monolog yapıp çıkıyor bense çok analog kalıyorum hikayeye.

meğer sonradan öğreniyorum ki, mesela çocuk sesleriyle dolu o sahnede sağlam laflar ediliyormuş. kitapta yani. enderin iç konuşmaları filan hep. kitabını da okuruz bigün elbet. tam olarak anlamak için kitabını okumak gereken filmlerden. kendi başına eksik film.

kitabının habersizi olarak tek güzel sahne taner birsel'in filmin sonuna doğru söyledikleri... baştan sona çok "kederli"ydi beeh. 
"başka türlü olur muydu?" sorusuyla başlayan "içimde böyle katı, takır tukur bişeyler var yaa" diye biten...

önceden kitabını okumuş izleyicisinin film hakkındaki yazısı daha farklı mesela.

21.09.2011

eylüllerde sinemalarda

"söylediklerimin teminatı söylediklerimdir"
yalçın küçük

bulutlu havalar da özlenir. hem de her yıl bu zamanlar.. geçen yıl aldığım süper kahraman paltomun sırası geliyor. evimin pencerelerinden yağmurları seyretmek de pek yakında. evterliği'nin halasının ördüğü kırmızı bereyi takmaksa gelecek program.

18.09.2011

"bütün istanbul" adına memurbeyler

geçen akşam apartmanın kapısına iki devriye arabası geldi. 
saat 23 sularıydı. 10-12 kişiydik evde. sohbet muhabbet, yüksek sesli müzik vardı.
pek içimizden gülmüyorduk, bir ağızdan konuştuğumuz da oldu. aramızda çay içen vardı, ays ti içen vardı, içki içen de vardı. fakat herbirimizin havası mevsim normallerinde seyrediyordu. diyebilirim ki, kendi evinde olmanın rahatlığıyla kafası en güzel olan bendim.

polis arabası sesleri duyduk. mahallede vukuat mı var diye hepimiz pencerelere seğirtmişken kapı çaldı. kapımın da bi zili var mübarek küfelik adamı anında ayıltır. zaaaaaart. bastım otomata. kim çalmışsa o yukarı çıkana kadar ben pencereye gittim. bütün mahalleli camlara çıkmış. baktım evin önüne iki polis arabası dizilmiş. memurbeyler kaldırmışlar kafalarını bana bakıyorlar:

- hayırdır memurbey olay mı var dedim
- bütün istanbul sizi dinliyor dedi.
bi gülme geldi bana.
- hepsi mi?  derken arkadaşlar şşş pışş ederek pencereden aldılar beni.

gülmeyip naaparsın. mahalleli camlarda. kim gelip kapıyı çalsa, rahatsız olduk dese, afedersiniz deyip gerekeni yapardık. kapıya gelen memurlardan biri de "kapınız bile aralık?" diye girdi lafa. kapımız bile aralık? gençlik filmlerindeki girenin çıkanın belli olmadığı evlere benzetti heralde. dedim "siz aşağıdan zile basınca ben de burdan otomata bastım ya hani, siz yukarı çıkana kadar açık bırakmış olmayayım?"

pencerelerime de henüz perde takmamıştım, sade tül. artık tül ardındaki kalabalığın ne yaptığını çözmeye çalışan eski cine5 şifre çözücüsü mahalleli fuhuş yaptığımıza mı kâni oldu nedir  bu böyle  iki takım araba gelmiş. yok artık. sanki zorluk çıkartırsak toplayıp götürcekler merkeze. arkadaşlara baktım. onlar da beni zor duruma mı sokmuşlar gibi bi sessiz, mahçup haller içindeler.

ama bi an hoşuma gitti. helal olsun yani "bütün istanbul"... kolay değil.. :)

16.09.2011

iş görüşmesi

nihayet beklenen günün sabahı. 06:30. durdur. alarmı.

hadi kalk git. kap şu işi artık. ilk iki görüşme olumlu. olacak gibi. 
yavaş kalk şu yataktan bee. baş dönmesi ve güne mal uyanmak.

her gün ilk gördüğün dolap kapağı. ilk duyduğun kuş kanatlanmaları. hayat gerçekten... hadi herneyse şimdi önce duş. duştan sonra da şu sinirbozucu ıslaklık... kurutucu olsa küvetlerin tepesinde. havluları galaksideki seyahatlar için kullansak artık...

kostüm hazır akşamdan. risk yok. beyaz gömlek, diz hizasında terbiyeli siyah kalem etek. ve mutlaka bi yerlere inci. mesela kulağa küpe.

kahvaltıya vakit yok, bi kaşık bal at ağzına. mideye bişe gönder. yolda sigara içer miyim, içerim çünkü illa ki.

önce beyaz gömlek. yukardan aşağı düğme iliklemece. tam iş görüşmesi hazırlığı. buraya bi müzik lazımdı. şöyle moby'den, placebo'dan. havalı bişeyler. şimdi gidip taksam mı bi müzik. havaya gire.. vakit yok ne diyosun be. giy eteğini. aldın kilo aldın sen. oldun bi kesmeşeker. naber. hafif bi makyajla çıkmalı, kuaförde şimdi vakit olmaz. trafik olmasa. çanta hazır. dur telefon yastığın altında kaldı.

nerde ayakkabılar. burnu kapalı yeni ayakkabılarım. yeni aldım nereye koydum ben onları. haa buzluğa atmıştım geceden. hadi bakalım hakkaten işe yarayacak mı, açılacak mı ayakkabılar. anam bumbuz olmuş bunlar uuf.  kapalı ayakkabı giy dedi hemşîre. yok ki dedim. yoksa yeni al dedi. o derece yani. genel müdîre ayak parmağı görmekten hoşlanmıyormuş. kaz gelecek yerden. 

şu halime bak vallahi yaa. hiç de böyle hazırlanmadım bi işe. herşeyin bi ilki. bi de almazlarsa, tüm bu maymunluğumla kalıcam. ama olcak sanki olcak böyle içimden bi his.

e hadi alassmarladık.

pis vuruyo bu ayakkabılar. yok bunlarla geçmez gün. nası da tipsizler fiyonk miyonk. kuaför 8'de açacaktı. yeni de olsa artık basıcam arkalarına yapçak bişe yok.

zonklayan ayaklarla nası yapıcam muhteşem iş görüşmesi çok merak ediyorum. cevap veriyorum: oturarak. bi tur koşar mısınız der mi acaba. derse koşar mıyım. haha.

fırıncı yine yapmış o küçük poğaçalardan. bakkal daha açmamış. valla en güzeli esnaflık. herkes kendi halinde. bi tek ben 23 nisan sabahı okula giden öğrenci gibiyim. birilerine kendimi beğendirmeye gidiyorum. duruma göre ikna etmeye bile çalışabilirim. 

kuaför açmamış. saat 07:56. inanmıyorum yaa  gelene bak. bu halimle şimdi. günaydın naber. kuaförü bekliyorum evet. 9'da görüşmem hıhı. penguen gibiyim di mi hahahay(yaaaa). sen de işe gidiyosun heralde. iyi hadi geç kalma. tamam sağol. haber ederim merak etmeee.
nerde o hiçbi hikayeye takılmayan burcu, nerde kuaför kapısındaki bu tip.

07.58. kuaförde. demek bu kuaför salonları günün her saati saç kokuyo. nereye oturayım. nereye istersem. kırık fön olacak dün de bahsettiğim gibi. demek 1 yıl rusya'da çalıştınız. rusyada aynı salonda her kuaförün kendi koltuğuna gelen müşteriden para kazanması  değişikmiş doğrusu. saçımın ön tarafındaki bukleler daha sık olabilir mi. buradaki halk otobüsleri misali desenize. öyleymiş ben de duydum, türk kuaförleri dünya çapında diyolar. hoş, güya bizim her bişeyimiz dünya çapında ya, di mi. hahahaaaama tabi doğruymuş bu, doğruymuş. tamam böyle iyi oldu. taksiyle gidicem, yarım saatim var yetişirim heralde.

bas topuklara. ayakkabıların küçük gelmesi günün ilk aksiliği. ilk alamet. demek bu hikayedeki cinderella ben değilim. ayakkabı ayaklarına bir türlü uymayan o üvey kardeşlerden biriyim. ayakkabıyı giyebilmek için  topuklarını mı kesmişlerdi o kızlar. masal öylediyse o ne vahşet. yürü burcu az kaldı ha gayret.

trafiğin daha az olduğu bi yerlerden gidelim lütfen. 9'da orada olmak zorundayım, acelem var. haklısınız kimin acelesi yok ki bu şehirde. trafik inanılmaz. haklısınız insanımız da inanılmaz. insanımız nedir ya, televizyondan mı öğreniyorlar bu ağızları. iş görüşmesine gidiyorum evet. tipimden anladı hemen tabi. evet olursa iyi bir şirket. bakalım. teşekkür ederim eksik olmayın. tanıdık mı. beğendi bu beni. başvurulan şirkete taksicinin araya adam koymasıyla girmek. yok artık. nerdeyse geldik. giy şu allahın cezası ayakkabıları.

08:55 lobiye kazasız belasız giriş yapıldı. ayaklar artık yok. sağlık olsun. hadi bihmillah fazla beklemesem. daha burdan işe gidicem aq.

bu kız da mı görüşme bekliyor. kolyesi incili. ben de iki tanecik bunda bi düzine. ikinci alamet. aynı saatte mi çağırmışlar ikimizi de hayret bişey. bakiyiiim hadi burdan buyrun. önü açık ayakkabı giymiş bu. ulan hemşîre yedim seni. bi bana baksa da merabalaşsak bari. ne bu böyle iki rakibe havası. hah geldi koordinatör titrini ziktiğim merabaaa. kızın adı özgeymiş. özge meraba dedi. koordinatörün gelmesi gerekiyormuş beni farketmesi için.

önce özge girdi içeri. hadi bakalım. özge'nin görüşmesi bittiğinde bana gelip "sizinle konuşmaya gerek kalmadı burcu hanım özge hanımın inci kolyesi herşeyi halletti" diyolarmış mesela. ben de o zaman "alenen ortada olan o ayak parmaklarına rağmen mi" deyip şok'e olarak çıkarım.

fakat özge'nin çıktığını görmedim. özge sessiz sedasız ortadan kayboldu. arkamdan "lütfen burdan buyrun burcu hanım" dedi biri. sılovmooşın döndüm arkama gülümseyerek, önce ben durdum sonra buklelerim. bir-iki ağır ağır salındıktan sonra.

*

işi alamadım aq. o kadar bekleyiş, eziyet, masraf ve gayret kıçıma kaçtı. doktor bey tuttuğumu koparamamak gibi bi sorunum var.  görüşme esnasında müdür ayaklarıma hiç bakmadı. 

orada çalışan hemşîre de o günden beri soruyor kinayeli:  
"ne lobi ama di mi hemşîre?" :))