filmde çetinle enderin ilişkisi eşcinsel çağrışımlar uyandırsa da, bu tür içlidışlı, sıkı dostlukların yaşanabildiğini bildiğimden hiç öyle eşcinsellik filan, takılmadı yani oralara.
benim derdim, filmin derdiyle ilgili. şüphesiz ki nihalin bu iki arkadaşın hayatlarına girişi değişik bir durumdu. ama bu durum değişikliği bir sonuç değişikliğine de götürmüyordu. olay yok ki bi sonuç olsun. demek ki bu durumda, "bu durum"un içine girmek için, filmi izlemeden önce kitabını okumak icap ediyormuş. bilmiyordum. böyle bir kitap olduğunu da bilmiyordum. özür dilerim.
filmin bi yerinde, çetinle ender mutfakta yemek pişiriyorlar, açık pencereden sokaktaki çocukların sesleri geliyor. nihal'den bahsedip susuyorlar. birbirlerine bakıyorlar. oyun oynayan çocuk sesleri yükseliyor. onlar birbirlerine ben onlara bakıyorum. üçümüz de çocuk seslerini dinliyoruz gibi bişe oluyor. ulan nooluyor, bişey var burda ama ne. bi de şu ender çok kitap gibi konuşuyor, diyaloğa giriyor ama monolog yapıp çıkıyor bense çok analog kalıyorum hikayeye.
meğer sonradan öğreniyorum ki, mesela çocuk sesleriyle dolu o sahnede sağlam laflar ediliyormuş. kitapta yani. enderin iç konuşmaları filan hep. kitabını da okuruz bigün elbet. tam olarak anlamak için kitabını okumak gereken filmlerden. kendi başına eksik film.
kitabının habersizi olarak tek güzel sahne taner birsel'in filmin sonuna doğru söyledikleri... baştan sona çok "kederli"ydi beeh.
"başka türlü olur muydu?" sorusuyla başlayan "içimde böyle katı, takır tukur bişeyler var yaa" diye biten...