26.07.2011

allah belanı versin powerpoint

isveç'te bi adam anti power point partisi diye siyasal bir parti kurmuş.
internet sitesi de bu: The APPP
partinin üye sayısı şu aralar 200 civarındaymış ama maksat zaten iktidara yürümek değil bu programla yapılan sunumların sıkıcılığına dikkat çekmek. 

haber ülkemizde pek ses getirmedi. ama bende ses getirdi. yalnız değilmişim diyerek ve hislenerek okudum haberi. son cümleyi okuduktan sonra gasteyi bıraktım ve ne yalan söyliyim bi an kendimi kaybedip bir kaç parça alkışladım da. 
çünkü neden. 
yaşayan bilir.

ülkemizde kurumsallaşma özürlüsü şirket, sürüsüne bereket. itirazı olan? reddedildi.
aile şirketiyse hapı yuttun, yok aile şirketi değilse bu sefer zokayı yuttun.
iş hayatında çok yutturulan zoka: "bizim için mühim olan aile sıcaklığı." yok ya. yetim misiniz lan hepiniz diyesi geliyo insanın. "biz bi aileyiz" iyi bok. bunların aslında demek istedikleri "burada yeri gelir herkes herkesin işini yapar, yapmayanı hoş karşılamayız"dır. bazen demek istemeyi de bırakıp açıkça söylerler zaten. artık yersen.

bu yetersiz yetimlerin, teknoloji kullanımından, görsel hizmetten anladıkları da powerpointle hazırlanmış  sunumlardır. ne zaman bi toplantı yapılacak olsa, o zevksiz tipsiz programın başında uydur kaydır yardır gitsin. diyeceğim, yıllardır yaşadığım power point eziyetini, bilgisayar yazılımlarını hep geriden takip eden ülke insanı ortalamasına bağlıyordum ben. meğer avrupa'da da mağdurları çokmuş. adamlar partisini bile kurmuş. 

bi de güya işin doğrusu sunumun slaytlarında ya konu başlıkları, ya da konuyu özetleyen dikkat çekici kısa cümleler olmasıdır. esasen sunucu anlatacaktır, ilgi sunan kişi de olmalıdır. sunum ise dikkat çekmek, dinleyeni uyanık tutmak ve görsel hafızasına hitap etmek içindir. bizim buralarda bırak sunumdan sırf görsel yardım almayı, sunumu yapan kişi yeterince gamsızsa, dinleyiciye götünü yarım dönüp bütün anlatacaklarını utanmadan ekrandan bile okuyabilir. zaten destansıdır, oku oku bitmez aq.

benim çalıştığım yerdeyse patronum bir powerpoint aşığı. sunumları bize hazırlatmıyor, özellikle kendi saatlerce elceezleriyle hazırlayıp yolluyor, biz de sunuyoruz. hazırladığı sunumlar genellikle deli gibi bilgi yüklü ve destansı oluyor. zavallı katılımcıları alt alta sıralanmış madde manyağı yapıp yolluyoruz. şimdiye kadar toplantı sonunda sorusu olan(sormak için soru düşünebilen ya da düşündüğünü unutmadan sorabilen) babayiğit az çıktı. genellikle en dirayetlisi bile yarım saat sonra mala bağlıyor. eşşek kadar yetişkinler olarak ne kadar gizleseler de, otomatik pilota alsalar da, yılların tecrübesiyle ben salondaki malları görebiliyorum. ben de anlatırken mala bağlıyorum, otomatik pilota geçiyorum ama eppek parası naapıcan bitmeden çıkmak yok. 
bak adamıma yanında tahta ne güzel anlatıyo
ve bütün sorumlusu o powerpoint işler. dinleyen adam naapsın beni mi dinlesin, orayı mı okusun. ha bi de oldu, not alsın. zaten cep telefonlarının da sesini kıstırıyoz, titreşime verdiriyoz. ne lan bu.

isveç'te parti kuran o konuşma eğitmeni adam da demiş işte,  en güzeli, en etkileyicisi hala eski tahtaya yazma sistemiymiş. yaaa. yaaa. bence de. keşke benim patron da bu haberi okumuş olsa. acık düşünse, başını önüne eğse.

ben de istiyorum bi beyaz tahta, bi tahta kalemi. istediğim, gerek duyduğum an bi kavramı ya da bi terimi yazayım, altını çizeyim, dönüp anlatmaya devam edeyim, sonra tekrar az önce tahtada yazdığım kavrama başvurayım, tekrar altını çizeyim, orayı çize çize en nihayetinde oyayım, ordan delik açayım, sonra ben önden dinleyiciler arkadan hepimiz içinden geçelim, birden kendimizi yemyeşil kırlarda bulalım, enformasyon dünyasından kurtulalım. ne be! tamam yani neyse de, yeter ulan hakkaten.

25.07.2011

meursault sarısı


her gün güneş sarısı, yani sapsarı
ve yapış yapış bi sıkıntıyla kuşatılmış halde beklenen,
                                                                birazcık akşam serinliği.
öyle bir sıcak ki, bi delilik yapsan farkında olmazsın.

ecce homo

ülküleri çürütmüyorum ben,
onların önünde eldiven giyiyorum.

 sizin ülküler gördüğünüz yerde,
ben insanca, pek insanca şeyler görüyorum.

F. Nietzsche

23.07.2011

hayatta her şeyin bir şeyi vardır.

bazı mantık soruları vardır,
genellikle yanıtları birazcık dikkat ister ve insanlar bu tür sorularla aniden karşılaştıklarında genellikle dikkatsizlik ederek yanlış yanıt verirler.

mantık sorularını aniden sormayı seven, bunu adeta hobi haline getiren sıkıcı tipler de vardır. soruyu beklemediğiniz bi anda birden sorarlar ve istedikleri yanlış yanıtı aldıktan sonra, "emin misin" filan diye biraz daha meraklandırıp en sonunda gerine gerine doğrusunu söylerler. sizden bütün istedikleri "tabi yaa, nası düşünemedim" türünden bir ifadedir. yüzünüzde bu ifadeyi gördükten sonra mutlu bi şekilde arkalarına yaslanırlar. gerçekten çok tuhaflar... ama bir karasinek bile doğada bi işe yarıyo dikkat edersen. bu tiplerin de var demek bi hikmeti.

resimde kaç üçgen vardır? *
hikmet şu: bu tipler bu sorularıyla farkında olmadan sizin hayatınızda birşeylere hizmet ederler.
tabi anlayabilene!

çünkü hayat öyledir ki, gün gelecek o mantık sorularının doğru yanıtlarına çok pratik amaçlarla ihtiyacınız olacaktır ve siz yine yanlış yanıt vereceksinizdir. bu bir cilvesidir. hayatın.

şimdi örnekle anlatmak üzere biraz benim çocukluğuma gidicez, sonra tekrar stüdyoya dönücez, hep birlikte izleyelim.

ben yine o zamanlar çok küçük yaştayım.
ve daha o zaman anladım ki, mantık sorusu biriktirmeyi ve aniden sormayı seven  tiplerle hayatım boyunca karşılaşabilirdim ve bu problemin ne zaman, kimin içinden çıkacağı hiç belli olmadığı için alınabilecek herhangi bir önlemi de yoktu. bu tipitoşların arttıkları dönemin ekseriyetle okula ilk başlanan yıllara denk geldiğini de ibretle müşahade ettim. o dönem kendi yaşıtınızdan(7) tutun da yetişkinlere(77) kadar türlü insanın sizi görünce mantık sorusu sorası geliyor idi. (peyami safa'ya bağladık, hemen topluyorum)

hele belleğindeki onca genel kültürle, tonla ansiklopedik bilgiyle sabah akşam evin içinde ne yapsın bilemeyip kendini, bilmeceye-bulmacaya, dil üstünde adeta hayat kaydırmacaya, hatta bi yakalarsa çenesiyle yaşamaktan soğutmacaya veren bazı emekli  amcalar vardı ki, yakaladılar mı sıçtın geçmiş olsun.  yazılmamış bir taze hayat kuralı olarak amcayla göz kontağı kurmamam gerektiğini o yaşta bile hissederdim.
amcanın gözlerine bakmamak gerekir ama çocuklar tehlikeyi sever.

evet burcu, tahmin ettiğin gibi necatibeyamcanın sana bir sorusu var:
- söyle bakalım burcu, 1'den 100'e kadar sayı içinde kaç tane 9 vardır? 

düşün burcu. kolay gibi görünüyo ama kolay olsa hayatta sormaz bu ihtiyar. kesin bi ince hikayesi var bu sorunun. ama ne. içinden say:

9 - 19 -29 - 39 - 49 - 59 - 69 - 79 - 89 - 99. yani  11 tane. demek ki sorudaki ince nokta da 99'da iki tane 9 olması. vay çakal necati şimdi yedim seni:

- 11 tane necatibeyamca.
- hayır bilemedin burcuuu. bi daha düşün. 
- ??? ama iyi de bütün 9'ları saydım ben?
- nasıl saydın söyle bakalım.

burcu az evvel içinden saydığını yüksek sesle tekrar sayar, parmaklarından da yardım alır. tam 89'u söyleyip 99 için dudaklarını büzdüğünde, necatibeyamca atlar ve acayip keyifli bi havada der ki:

- ya 90? bu sayıda 9 yok mu? ya 91? ya 92? .... 
burcu hayretler ve hüsranlar içinde o cümleyi kurar: (kurur. yok kurar kurar)
- tabi yaaa, nası da düşünemediiiim. 
necatibeyamca sorduğu sorunun zekaölçerliğinden bir kere daha emin ve mutlu, ama karşısındaki kız çocuğunun zekasından şüpheli ve hayalkırıklığına uğramış bir havada başını aşağı yukarı sallayarak:
- yaaa... yaaa... eder.

şimdi burada alınacak ders şu;
bu amcalardan filan zamanında gereken ders alınsaydı, bu tür sorulara karşı idmanlı olunsaydı, geçen gün ikeaya gidildiğinde mutfak dolaplarına kaç dolap kulpu gerekir, sorusuna da doğru yanıt verilebilirdi.

genellikle herkesin evinde mutfak olduğunu varsayarak size de soruyorum:

- mutfak dolaplarının kulplarını değiştirecek olsaydınız, kaç düğme almanız gerekirdi??

geçen gün evden çıkarken saymadığım için ikeada bu soruyu kendime sormak ve tavana bakarak tahmin etmek zorunda kaldım. soru basit gibi görünüyordu, bulduğum yanıtın doğru olduğundan yine emindim. ve ama sen haklıydın necatibeyamca, çocukken de gerizekalıydım hala gerizekalıyım.  bütün iki kapaklı dolapları saydım da, tıpkı 90 ile 100 arasındaki 9'ları unuttuğum gibi, dolapların arasındaki çekmece kulplarını unuttum. 
kabul edin siz de unuttunuz. (unuttum diyin lan yazıktır)

çekmeceleri hep unutuyoruz. :(

sorun şu ki, arabam yok. geçen sefer otobüsle gidip taksiyle döndüm. şimdi yol ve taksimetre gözümde büyüyo.  bu aralar ikeaya gidecek olan varsa haber versin. ne demiş kayahan abim, "yolu ikea'dan geçen herkesle bir gün bir yerde buluşuruz." 
5 dolap kulbu daha lazım. 

* "44" tane. Bir üçgenden oluşan "16", iki üçgenden oluşan "16", dört üçgenden oluşan "8" ve sekiz üçgenden oluşan "4".
   

acımasız martı kahkahası ve daha ötesi

makul ve giderek mantıksız bazı teoriler: 

1. diyelim keyifsizsem ve evdeysem, hayatım hakkında aklımdan geçebilecek olumsuz düşünceleri ve genellemeleri kontrol altına almam ve daha başlamadan aklımdan kovalamam gerekiyor. neden. 
çünkü dikkat ettim, kuş kadar bir aklın sınırlarında deli gibi turlayan o martılar, aklımdan ne zaman  
"ne lan bu hayat" ya da "amaaan ölsem bir kalsam bir" filan gibi bişeyler geçirsem, tepemde "ahahahahahaha" diye basıyolar kahkahayı. bayaa bildiğin "çok komiksin" ya da "ilahi burcu, çok alemsin" diyolarmış gibi oluyo. çok kötü oluyo.

2. ayrıca bu martılar epeydir uçmak filan istemiyorlar. ama başka bişey bilmedikleri için mecburen uçuyorlar. bi delilik var bunlar da. bize bişey anlatmaya çalışıyorlar ama anlamayacağımızdan da eminler ve bu çaresizlik sinirlerini bozuyo hepsinin. o kadar uzun zamandır dibimizde yaşıyorlar ki, kendilerini insan sanıyorlar. artık vapurların peşine takılmak değil vapura binmek istiyorlar. bizim gibi  işe gitmek, kendi ayakları üzerinde durabilmek, ayakkabı giymek istiyorlar. kariyer diye bişey de kulaklarına gelmiş ve iyice fıttırmış olabilirler. ne be!

3. bana öyle geliyor ki,
bu hırslı martıların iş hayatına atıldığı gün, insanoğlunun piyasadan silindiği gündür. bak buraya yazıyorum.

20.07.2011

apartman boşluğu için üretilmiş alev silahı

kafayı takarak keyfim kaçmasın diye apartmanın tepesinde ve boşluğunda takılan kuşlara karşı kendi kendime oyunlar geliştirmeye çalışıyorum. 

bu sabah bir güvercin sesiyle uyandım. uykudan yeni uyanmış ama henüz yataktan kalkmamış insan sakinliğinde dinledim. kendini bir konservatuarın şan bölümü öğretim üyesi zanneden bu deli güvercini hiç bozmayayım dedim, sanki özel yetenek sınavına girmiş öğrenci gibi bekledim. bakalım kulağım iyi mi. güvercin başladı:
 
- hu-huhu-huuu. 
ben içimden aynısını yaptım. güzeeel. güvercin yaklaşık 3 saniye es verip bu sefer şöyle dedi:
  
- huhu-hu-hu-huhuu.
bunu da yaptım. ama giderek zorlaşıyor. yine 3 saniye kadar sonra:

- huhuhuhu-huuuu.
bunu da yaptığımı sanıyorum ama zor etap. peşpeşe hu'lar resmen tuzak.

hakkaten bende sağlam kulak var deyip kendimden memnun olarak bu bahsi kapadım ve yataktan kalktım. bugün ikea'ya gidicem. evle ilgili son detaylar için. bu arada bi bakayım diyorum ikeada alev silahı satılıyorsa, hazır gitmişken onu da alayım. ne biliyim ne diye satılcak böyle bi ürün. "apartman boşluğunuza anında dezenfekte ve anında sessizlik! kaşlardan uzak tutunuz" böyle satılabilir. ne be! olamaz mı.
bahçe ürünleri reyonu varsa apartman boşluğu ürünleri reyonu da olmalı bence.
fotoğrafı döndürüp koydum

hayal ettiğimse şu:

kumru, güvercin, karga, martıdan oluşan bu yurttan sesler korosu genellikle gece ben tam yatarken ya da sabah tan yeri ağarırken toplanıyolar apartman boşluğunda. işte tam çene yarıştırmaya başladıkları o sırada ben alev silahımla birlikte görünücem birden apartman boşluğuna bakan pencereden. yavaşça uzanıcam. 

namluyu yukarı doğru tutup, basıcam tetiğe. vuyucam kıybacı anlayacağın. nişan almaya gerek yok zaten silahım alev alıyor. yalnız kaşlara dikkat. apartman boşluğundan yukarı aniden alevler yükselicek ve alevler parlayıp söndüğünde o çenesini ziktiğimin yurttan sesler korosu, havada kömüre dönmüş halde bi iki saniye daha tutunup, hızla yere düşçekler. ben de eğilip bakıcam ve tükürür gibi şöyle diycem:

- vardar ovası'nı bile söyleyemiyodunuz.


ohh. evdeki huzur mutluluk budur. hayal kurmak ne güzel.  ne harika olurdu. ne be!
eeeğeehh! başlarım içinizdeki hayvan sevgisine!

18.07.2011

kafadengi din kardeşleri


bazen diyorum ki, madem ve zaten kabul edilemez bir şekilde her daim silahlı pozlara meyyali olan bi silahlıpoda insanısın. şu bi milyonculardan yeni evine makarna süzgeci alacağına kendine bi oyuncak silah al, git bi banka soy(-mayı dene, hayat bu belki başarırsın) sonra ver elini irlandalar avusturyalar hep o bölgeler. sor ki neden.
poloroid niko

çünkü bakıyorum, bizim buralarda hala insanlar türban türbülanslarından çıkamazken, avusturya'da bi paşa gönül sahibi arkadaş(niko alm), dini inancı gereği başına makarna süzgeci taktığını belirtmiş ve kafasında makarna süzgeciyle vesikalık fotoğraflı ehliyeti kapmış. ben işte o güzel kardeşimle aynı havayı solumak istiyorum. evet aynı güneş görmeyen iklimde d vitaminsiz kalsam da, kalıp raşitizme yakalansam da, her yıl biraz daha skoda bacak olsam da olsun. kafam nası rahat olucak biliyo musun.


tanrının insanı dürttüğü
insanın yaşama anlam verme derdine çare olarak üretilmiş ve ölüm gibi bir mağduriyetin telafisi olarak düşünülmüş en fena ve günümüze kadar gelmiş en musallat hikaye olan ilahi ya da sürahi tüm dinlerin parodisini, ince bir mizahla ve sanki herhangi bir ilahi din kadar ciddiymişler gibi hiç gülmeden yapan bu adamların, pastafaryanistlerin, uçan spagetti canavarı kilisesi mensuplarının hastasıyım. "güldürürken düşündürmek" günümüzde aşağılanan bir mizah biçimi olsa da, başımıza bela olmuş ciddi hikayelerin hakkından gelen de yine bu yöntem oluyor naber. 

pastafaryanizm'de on emirin parodisi: "eğer yapmazsanız çok memnun olurum" (8 madde)

bir de tek boynuzlu görünmez pembe at isimli satirik bir din var. bu dinin en sevdiğim yanı tanrısının kadın olması bi de hem görünmez ama hem de pembe olabilmesi. tanrıya akıl ermiyor gerçekten. 

bi de düşünüyorum, rahmetli douglas adams da keşke bu parodi dinlerin kurulduğunu görebilseydi. onun için tabi ki yeni bir fikir değildi ama adamlardaki bu ciddiyet ve dinlerine gösterdikleri özen, kesin, onu da, bak buraya yazıyorum, çok eğlendirecekti. 

15.07.2011

apartman boşluğunun günlük olağan ziyaretçileri

sayıyorum:

1. darth vader kumrusu
2. nazguller grubu kargalar (yüzük hangi daireden çıkacak çok tırsıyorum. ulan frodo, yoksa benim eve mi zulaladın)
3. sinir sahibi martılar (istanbul'da yaşamak zor)

3.07.2011

the birds

Beni hoyrat bir makasla
Ah eski bir fotoğraftan oydular
Orda kaldı yanağımın yarısı
Kendini boşlukla tamamlar
Ah omuzumda bir kesik el ki
Hala hala durmadan kanar
 
metin altıok

o kadar yoruldum ki bugün, ağzım bir balık gibi sürekli açıktı bakışlarım donuk.
adeta dişimle tırnağımla kuruyorum evi. dişlerimi fırçaladım tırnaklarımı kestim. ojelemeye ara. güya bu gece evimde yatacaktım. sabah evimde uyanacaktım. corcika'da uyumayı tercih ettim. yarın geceye erteledim. ne biliyim korktum biraz. yabancılık belki şimdilik. bi de daha mobilyalar gelmedi, yatak yerde. bazı odaların henüz ışığı yok. bi kimsesizlik... evin apartman boşluğunda kuşlar uçuşuyo... akustik kanat çırpışları...  hitchcockvari durumlar..

yarın günışında kaldığı yerden devam edecek...