isveç'te bi adam anti power point partisi diye siyasal bir parti kurmuş.
internet sitesi de bu: The APPP
partinin üye sayısı şu aralar 200 civarındaymış ama maksat zaten iktidara yürümek değil bu programla yapılan sunumların sıkıcılığına dikkat çekmek.
internet sitesi de bu: The APPP
partinin üye sayısı şu aralar 200 civarındaymış ama maksat zaten iktidara yürümek değil bu programla yapılan sunumların sıkıcılığına dikkat çekmek.
haber ülkemizde pek ses getirmedi. ama bende ses getirdi. yalnız değilmişim diyerek ve hislenerek okudum haberi. son cümleyi okuduktan sonra gasteyi bıraktım ve ne yalan söyliyim bi an kendimi kaybedip bir kaç parça alkışladım da.
çünkü neden.
yaşayan bilir.
ülkemizde kurumsallaşma özürlüsü şirket, sürüsüne bereket. itirazı olan? reddedildi.
aile şirketiyse hapı yuttun, yok aile şirketi değilse bu sefer zokayı yuttun.
iş hayatında çok yutturulan zoka: "bizim için mühim olan aile sıcaklığı." yok ya. yetim misiniz lan hepiniz diyesi geliyo insanın. "biz bi aileyiz" iyi bok. bunların aslında demek istedikleri "burada yeri gelir herkes herkesin işini yapar, yapmayanı hoş karşılamayız"dır. bazen demek istemeyi de bırakıp açıkça söylerler zaten. artık yersen.
bu yetersiz yetimlerin, teknoloji kullanımından, görsel hizmetten anladıkları da powerpointle hazırlanmış sunumlardır. ne zaman bi toplantı yapılacak olsa, o zevksiz tipsiz programın başında uydur kaydır yardır gitsin. diyeceğim, yıllardır yaşadığım power point eziyetini, bilgisayar yazılımlarını hep geriden takip eden ülke insanı ortalamasına bağlıyordum ben. meğer avrupa'da da mağdurları çokmuş. adamlar partisini bile kurmuş.
bi de güya işin doğrusu sunumun slaytlarında ya konu başlıkları, ya da konuyu özetleyen dikkat çekici kısa cümleler olmasıdır. esasen sunucu anlatacaktır, ilgi sunan kişi de olmalıdır. sunum ise dikkat çekmek, dinleyeni uyanık tutmak ve görsel hafızasına hitap etmek içindir. bizim buralarda bırak sunumdan sırf görsel yardım almayı, sunumu yapan kişi yeterince gamsızsa, dinleyiciye götünü yarım dönüp bütün anlatacaklarını utanmadan ekrandan bile okuyabilir. zaten destansıdır, oku oku bitmez aq.
benim çalıştığım yerdeyse patronum bir powerpoint aşığı. sunumları bize hazırlatmıyor, özellikle kendi saatlerce elceezleriyle hazırlayıp yolluyor, biz de sunuyoruz. hazırladığı sunumlar genellikle deli gibi bilgi yüklü ve destansı oluyor. zavallı katılımcıları alt alta sıralanmış madde manyağı yapıp yolluyoruz. şimdiye kadar toplantı sonunda sorusu olan(sormak için soru düşünebilen ya da düşündüğünü unutmadan sorabilen) babayiğit az çıktı. genellikle en dirayetlisi bile yarım saat sonra mala bağlıyor. eşşek kadar yetişkinler olarak ne kadar gizleseler de, otomatik pilota alsalar da, yılların tecrübesiyle ben salondaki malları görebiliyorum. ben de anlatırken mala bağlıyorum, otomatik pilota geçiyorum ama eppek parası naapıcan bitmeden çıkmak yok.
ve bütün sorumlusu o powerpoint işler. dinleyen adam naapsın beni mi dinlesin, orayı mı okusun. ha bi de oldu, not alsın. zaten cep telefonlarının da sesini kıstırıyoz, titreşime verdiriyoz. ne lan bu.
isveç'te parti kuran o konuşma eğitmeni adam da demiş işte, en güzeli, en etkileyicisi hala eski tahtaya yazma sistemiymiş. yaaa. yaaa. bence de. keşke benim patron da bu haberi okumuş olsa. acık düşünse, başını önüne eğse.
ben de istiyorum bi beyaz tahta, bi tahta kalemi. istediğim, gerek duyduğum an bi kavramı ya da bi terimi yazayım, altını çizeyim, dönüp anlatmaya devam edeyim, sonra tekrar az önce tahtada yazdığım kavrama başvurayım, tekrar altını çizeyim, orayı çize çize en nihayetinde oyayım, ordan delik açayım, sonra ben önden dinleyiciler arkadan hepimiz içinden geçelim, birden kendimizi yemyeşil kırlarda bulalım, enformasyon dünyasından kurtulalım. ne be! tamam yani neyse de, yeter ulan hakkaten.