bana seslenildiğini ve bir anda kendimi çağırıldığım yerde bulduğumu hatırlıyorum. yıkık dökük bir evde, beyaz atletiyle bir berjerin üzerinde oturan bir adamın karşısında. kim bu adam. tanıyorum ben bunu. işyerinde gördüydüm bunu. polis memuru. ne olmuş buna böyle voodoo büyücüsü gibi olmuş. ilk görüştüğümüzde onu dinlerken tipine takılmıştım. ayrık dişli ağzından çıkan sesi hem ince hem çatallıydı. ikisi bi arada pek tuhaftı. adamın sanki hep endişeli gibi bi havası vardı. konuşurken yaptığı gereksiz tekrarlar, ellerini kullanma biçimi filan takıntılı bi tip olduğunun işaretleri gibiydi. şimdiyse o halinden eser yoktu.
bana niye böyle kötü bakıyodu ne yaptım ki ben bu adama.
konuşmaya başladı. bakışlar çok fena yalnız.
o bir ruh ezenmiş. ruh ezen? o neymiş öyle yaa. sen polis memuru değil miydin be adam.
"ruhları ezmek için, şöyle yapmam yeterli" diyerek gösterdi bana yaptığını. yaptığı, bir kumaşın kalitesine bakmak için yapılan o evrensel harekete benziyordu. baktım yüzüne. şaka yapan bi hali yoktu. hatta şimdiye kadar hiç şaka yapmamış gibiydi. bu ne saçma şeydi böyle. ama şaka değilse, ruhları böyle kolayca ezmesi çok dehşet vericiydi. yani sanki tv seyrederken burnunu karıştırmış da burnundan çıkardığını topaklamaya çalışıyor gibi. onu da bişeyin altına sürecek gibi ve bunu da gizlice yapmayacak gibi. öööyk. pis herif!
tanıdığım bir kaç insanın ruhunu ezdiğini ve şimdi sıranın bende olduğunu söyledi. bişey diyemedim. aklıma hiçbir kurtuluş yolu gelmiyordu. içinde ruh ezen adamların olduğu bir film izlememiştim. kaçmak istiyordum ama odanın kapısı, o manyağın yanındaydı. herşey ondan yanaydı sanki.
"anneeee" diye bağırmaya başladım birden anlamsız bir şekilde. adam da şaşırmıştır. o zaman yine çıkamadığım bir rüyada olduğunu anladım. sıkışınca anneeee diye bağırıyorsam kesin rüyadayımdır çünkü. yattığım yeri biliyordum. kadıköyde yeni evimde olmalıydım. içeride annem uyuyordu. sesimi duyup gelecek ve beni uyandıracaktı. bu manyak polise ruhumu ezdirmemek için yaptığım plan buydu. bütün rüya gayretimle bir kere daha bağırdım.
ve tam "-neeeeee" kısmında uyandım.
gerçekten uyandım. kendimi doğru evde, doğru yatakta düşünmüştüm. ama içeride uyuyan bir anne yoktu. voodoo büyücüsü gibi olan polisli rüya ile gerçek dünya arasında annemin içerde uyuduğu bir başka güvenli dünya daha kurmuştum demek ki. vay anasını. bazı rüyalar, rüya değil yaşantı mübarek. o insepşınlar hep gerçek aslında. işyeinde kısa bir sohbet ettiğimiz polisi düşündüm. gün içinde öylesine görüp geçtiğimi sandığım
ama aslında farkında olmadan bi rüyada lazım olur diyerek bilinçaltımda
bi köşeye attığım tipler, yüzler, sesler, karşılaşmalar. tuhaf.
fakat işin insepşını filan bi yana, rüyadan "anneeee" diye bağıran kendi sesimi duyup uyandığımda, annemin evde olmadığı bi dünyada yaşadığımı farketmemse çok acıklıydı. rüyanın korkunçluğunu unuttum, o an orada olmayan bir anneye seslenişimdeki hüzne boğuldum. fırsatı kaçırmadım durumu daha da dramatikleştirmek için bir kaç damla yaş da süzüldü yanaklarımdan. (evet sırt üstü yatıyordum ve kollarım da yorganın üstündeydi) baktım gözyaşlarım boynuma doğru gidip gıdıklayacak beni hemen omuz silktim, gözyaşlarımı yorganımla sildim. tekrar ruh ezen polisin yanına gitmemek için dikkatle daldım uykuya.