31.08.2012

fareli evin mavalcısı

valla artik hayat hic komik degil ve eglenecek bisey goremiyorum ben. 
evde fare besleye besleye geldigim nokta bu. 

salonda masanin uzerinde plastik bardaklar, mutfaktan erken operasyonla kurtarabildigimiz bir su isiticisi, kolonya, bos su siseleri filanev duzeni diye bisey kalmadi. 

basta bahsetmemistim mide bulandirmasin diye ama maalesef bundan 4 gun once farenin evde ilk goruldugu anda panikle kactigi yer mutfakti. ve biz mutfaga girdikten sonra onunla tekrar karsilasmamak icin, hic dusunmeden ve o zaman şu uzayan sureci ongoremeden mutfagi kapadiydik. sevgilim kapinin altindan cikmasin diye eline ilk gelen bezi kapinin altina seriverdi(ki o bez gri bir şaldi, sevgilimle ilk tanistigimizda boynundaydi, hatirasi vardi filan ne diyorum ben artik iyice kafa gitti ha) onun ustune sehpayi ters cevirip destek yaptik. iyice hayvani oraya hapsettik. 

hapsettigimiz yerin mutfak olmasi tum ev yasantimizi etkiledi. 4 gundur disardan yemekten, fareden once biz zehirlencez. gerci banyoya hapsetseydik o da baska bir berbat hikaye olacakti.

bugun kardesimin baskisiyla ucumuz ev aramaya ciktik. kardesime gore hikaye basit. internetten ev ara, hooop bul, hoop yerles, bitti gitti. fakat ha deyince olmuyor ki bu isler. hele de eylul ayi basindayiz, ogrenciler cayir cayir ev aramakta ve fikirtepe kentsel donusurken tum anadolu yakasindaki kiralari da fahis fiyatlara donusturmus durumda. dolan dolan ev mev bulamadik tabi. zaten kadikoyde fareli bir evden cikip faresiz bir eve girme sansimiz nedir allaaasen?

evden tiksindik tiksinmesine en az kardesim kadar. gidelim diyorum bende ama yine de fareden kurtulduktan sonra bile bu ev bulup tasinma hikayesinin nerden baksan bir ayi vardir.  oyle nereye gidiyosun bugunden yarina? 

 once ilaclama sirketlerini cagiralim dedik, bir sirketle anlastik. o ara saga sola fare olayini danisirken vazgecirdiler beni. fare insan gibidir uzerine ilac sikmakla olmez, iptal et dediler. hadi dedim, ben bilmiyorum insanlar biliyor da konusuyor, iptal ettim. 

sonra temizlik sirketlerini aramaya basladik, hepsine uzun uzun hasta hikayemi anlattim. gelip olusu varsa alir misiniz dirisi varsa ne yaparsiniz dedim. hangisine sorduysam ayni seyi soylediler, olusune dokunmayiz dirisi varsa yemleriz. e yani, bizden farklari yok. biz de olusune dokunamayiz, dirisini yemleriz. vazgectik. 

saga sola sormaya devam ederken iki profesyonel temizlik sirketi buldum. hem olmus fareleri toplariz hem de temizledikten sonra dezenfekte ederiz, dediler. cunku madem en az 1 ay daha bu evde olucaz, fareler oldukten sonra ilacli filan boyle cilgin bir temizlik de gerekiyor. mutfak diyorum yaa, otesi var mi.

bir de haydarpasa garinda 3000 fareyi oldurerek adeta bir soykirima imza atmis bir amcamiz var fare yuzunden hayatimiza giren. hasere, fare oldurme uzerine bir is kurmus. anladigim o ki, kadikoyde  agzini fare diye actigin an sana onun dukkanini gosteriyorlar. biz de 4 gundur fare zehirlerini hep onda aliyoruz. gide gele hikayesini de ogrendik, amca 40 yil once ziraat fakultesinden mezun olmus, o gun bugundur fare ve turlu mahlukat pesinde kosuyor. her isinin ehli insan gibi amca hep bi sakin, hep bi dinlemeden konusan. ama bi sekilde guven veren. 

bi de belediyenin ilaclama birimi varmis, onu da aradim cagirdim. geldiler. bizim aldigimiz yemlerden almislar ellerine, ne ilaclama ne kozmonot kostumu. yemleri attilar mutfaga, ee dedik kontrol etmeyecek misiniz iceri? yok oyle bisey, hizmet verdiklerine dair bi kagit yazip gittiler. 

sonra kim ne derse desin bir ilaclama sirketini daha aradim. mevzuyu anlattim, telefondaki kadin biz fareyi yakalamiycaz ama butun evi ilacliycaz ayrica evi tetkik edicez evde farenin girebilecegi delikler bosluklar varsa size rapor edicez dedi. tamam dedim. gonderin ekipleri. gelen ekip tam techizatli bir kisi cikti yine. elinde bir kapan, kapanin icinde bir yem. eee dedik naapican ki? dedi koyup gidicem. e dedik ilaclama dezenfekte tetkik? anlasilan abiye oyle bir bilgi gelmemis. yok dedik al kapanin da senin olsun. biz kapan da koyduk. yolladik.

bu aksam artik son care yine aradik bizim haydarpasa farelerinin kokunu kurutan amcayi. dedim, olmuyor hayvan hala yasiyor. bir gelip baksaniz, oluyse bulsaniz, delik var mi gedik var mi inceleseniz? tamam yarin gelirim dedi. simdi yarini bekliyoruz. 

bu arada yine yavas yavas da olsa ev bakicaz. 
ayrica hayvan eger olurse ve mutfak fareden temizlenirse yine bi temizlik sirketiyle anlasayim diyorum. bi tanesiyle konustum pazar gunu geliriz dediler. aklima yatti gibi.

ha bu arada ben yeni bir ise basladiiim, yarin insanlarin karsisina cikacagim ilk guuuun...  fare hic bunlari dusundu mu bizim eve girerken?
ogle tatillerim fare zehiri aramakla, esnaftan bilgi almakla filan geciyor.
bombok gunler. 
gundelik hayat normale donecek mi? 
fare(ler) hayatimdan cikacak mi?



...
hah belediyenin koydugu yemleri de, bizim eczaneden yeni aldigimiz bugdayliyi da yemis. ulan dunyayi yedi hala yasiyo be. ya da koloni bunlar.

farenin fendi

evden taşınıyoruz. 
üç gündür yaşadığımız bir çehov hikayesi gibi.
ev bakıyoruz dünden beri.

fare işgalinin 3. gününde biz artık evi terketmeye hazır hale geldik. alıştık da duruma. artık ağlanacak halimize gülmeler de başladı.

dün gece pencerede gördüm kendisini. valla o da sanki gitmek istiyor gibiydi. 
eh, her zafer aynı zamanda bir bozgun tabi. 
bu arada 8 kapsül yediği zehirli yemlere rağmen hala turp gibiydi.  bildiğimiz kadarıyla normal bir fareyi bir ısırık öldürüyormuş iç kanamadan. istanbul martısı nası delirmişse demek ki istanbul faresi de zombiye bağlamış olayı. ölmüyor.

hemn biliyor musun, insanoğlu,  fare konulu yazılarına fare fotoğrafı ekleyemiyor.

30.08.2012

benim ev ablukada

fare var.

aslında bu kadar. 
evimde fare var deyip bırakmam lazım. çünkü iki gün oldu, kafam hala böyle çalışıyor. arada çözüm üretmeler, gidip haşere ilaçlama dükkanında iki kutu zehir almalar, yemesi için ortalığa bırakmalar, evi dinlemeler, türlü planlar, evden atılacakları düşünmeler, evden taşınmayı düşünmeler filan bunlar ara nağmeler. kafamda sürekli aynı manşet patlayıp duruyor: FARE VAR.

fare diye bişey var. 
fare diye iğrenç.
fare hayvanı.
fare
fare
benim evde. 

ben küçükken ziyaretçiler diye bir dizi vardı, orada kötü kadın diana akşam yemeği olarak fare yerdi böyle kuyruğundan tutup havaya kaldırırdı. ilk fare görmüşlüğüm o dizide olabilir. sonra çizgi filmlerde izledim. sonra tabi gazetelerde, televizyonlarda görmüşümdür. kitaplarda okumuşumdur.
bir de ufak fare besleyen insanlar oluyor.
geceleri yollarda apartman kuytularında bunları fıtı fıtı yürürken görenler oluyor anlatıyorlar ben denk gelmedim. belki denk gelsem kedi kirpi filan zannederim. 

fareler hakkında bilgilerim de işte yukarda saydıklarımdan yola çıkarak kemirgendir, kemiksizdir, lağım faresi, fındık faresi, tarla faresi vardır. 

insan başına gelmeyince hiç gelmeyecek sanıyor.  

iki gün oldu, zehirli yemek bıraktık bulunduğu odaya. dokunmadı. ilacı satan adamdan başka bir zehir daha aldım. bundan bir kapsül yesin 2 saat içinde ölür dedi. 4 kapsül verdik hepsini sildi süpürdü, dün gece hala sağa sola tırmanıyordu. 
ve böylelikle dünden itibaren, evde ilk görülen farenin tek olmayabileceğini, belki 1 den fazla fare olduğunu düşünmeye başladık. eğer öyleyse belki de biz bilmediğimiz bir süredir onlarla yaşıyorduk. içim ürperiyor. 
lağım fareleri zehre daha dayanıklı olurlarmış. 

bütün apartmanla konuştum, iki yıldır evine fare giren yok, zemin kattakine bile. ki ben 3. katta oturuyorum.

bu da olacaktı yani. fare ile de mücadele edecektim şu hayatta. 
iki gündür baş ağrıları içindeyim kendimi sıkmaktan, kaskatı her yerim.
hiç gülmedim. mutsuzum.
işe gidip geliyorum, öylece bekliyorum. 
dün gece bir ilaçlama şirketi buldum internetten. bugün öğlen 1'de gelecekler. bütün evi ilaçlayacaklar. kadın telefonda bişeyler anlattı, efendim şöyle yapıcaz böyle yapıcaz. işyerinde diyorlar ki, ilaçlama fareye hiçbişey yapmaz. ne bileyim. olsun. ilaçlansın. 
mutfaktaki eşyaları düşünüyorum. herşey atılacak. 

kardeşim taşınmak istiyor artık bu evden.
ben de tiksiniyorum artık.

ha ben hala fare görmüş değilim aynı evde olmamıza rağmen, o da ayrı ama.
fare var.

23.08.2012

bu sefer güldürmedi


lan bütün ümitlerim error verdi okurken.

 
uzerine tikla buyut ya da zaytunga git ne bileyim
hayatımızdaki ortak kısırdöngülerden, yerleşik anlamsız/amaçsız tutum ve davranışlarımızdan haber formatında komiklik üreten zaytung, bu kez duygularımla oynadı.

bu haberi yazan zaytung habercisi hiç düşünmedi mi bazılarımızın ancak bu hayallerle sürdürebildiğini? altını çizmek zorunda mısın hepimizin aynı hayali kurduğunu? buna gülmeyiz ki biz. ofiste okuyorsak keyfimiz kaçar sessizleşiriz. evde rahat ortamda okuyorsak direk ağlamaya başlayabiliriz.
lan yalnız hakkaten biri de demiyor ki, "dağcı olcam, k2'ye tırmanıcam, zirvede kısmetimi yicem"
ama o da naapsın yorgun istanbul insanı, gittiği tatilin içinde kalmak isteyecek tabi. 

ofiste oturmus okurken, az sonra atacağım kahkaha için hazırda tuttuğum gülümsemem yüzümde dondu kaldı. filmlerdeki şener şen gibi kısa kesik gülüp peşinden ciddileştim ardından tekrar tıssladım ve nihayet kurudum kaldım filanlar geçti suratımdan sırayla.

gelecek yaz istanbulu terketme hayalim var, güneye kaçma vurgum da var ulan. istegim, azmim, aklim, fikrim,  kararliligim da mevcut.
kismet.se.

22.08.2012

insan zaaflı bir mahlukattır

her gun icki icilmesine karsi olan kadin evde yokken, biraları içip, siselerini copte sakladiginiz halde kapaklarini kultablasinda unutursaniz, eve gelen kadin o kapaklari gorur ve sanki onlarin bira kapagi oldugunu bilmiyormus gibi sorar:
-ne bunlar.
kadinlar, bu tur sorulari kavgaya uygun bir girizgahla baslamak icin sorar. 

bi can kulagiyla dinlerseniz, cok akli basinda konusmakta oldugunu farkedersiniz. basta hepimizin malumu ickinin sagliga zararlari hakkinda her biri birbirinden bilindik incileri sayip doker ve ardindan tabi ki birlikte yasama kurallari uzerine, tek bir cumle dusmesi, anlatim bozuklugu yapmadan konusur da konusur. o konusurken ona bakinca, ki kabahatli oldugunuz icin baska bi yere bakma  sansiniz yoktur, sanki hayatinda hic zaaflari olmayan, her biseyin en bi dogrusunu bilen insan gibidir. o bidi bidi bidi anlatirken bitmek bilmeyen bidilemesinden gıderek bir insanlik abidisi gibi gorunur gozunuze.

fakat hayat cilveli hatta kancik bir yapiya sahiptir ve herkesin bir zaafi vardir iste. sırf bu yüzden, birinde biseyi elestirirken bunu fazla havali yapmamak gerekir. bugun ciddiyetle parmak sallayan yarin, azarlanirken halidaki motifleri inceleyen olabilir.

bir bakarsınız, her gun icki icilmesine karsi olan o bilimli kadin, bir katmer muptelasi cikabilir. taşındıgı evin karsisindaki zombiler pide salonunun firinindan her gun sicacik katmerler ciktigini ancak bir bucuk yil sonra farketmis olabilir ve farkettigi gunden beri her gun katmer yemek isteyebilir. her gun yiyebilir.

her gun katmer yenilmesine karsi olan adam sabah uyurken, mutfakta ve ayakta hizlica katmer yiyip, poşetini  copte sakladiginiz halde, kokusunu mutfakta unutursaniz, uyanip mutfaga giden adam o kokuyu alir ve sanki o kokunun katmer kokusu oldugunu bilmiyormus gibi sorar:
-sen katmer mi yedin?
erkekler, bu tur sorulari fazla ugrasmadan direk sadede gelmek icin sorar. 
yediyseniz yedim deyin bence. uzatmayın.

13.08.2012

...korkuyorum onlardan

-ozellikle neden korkuyorsunuz? diye sordum. -her seyden. dogustan duygulu bir insan degilim. olumden sonraki yasamdi, insanligin kaderiydi, boyle seylerle pek az ilgilenirim. gokyuzunun yucelerine ciktigimda seyrektir. beni en cok korkutan, hicbirimizin kurtulamadigimiz, saklayamadigimiz gundelik bayagiliklardir. davranislarimda nelerin gercek, nelerin aldatici oldugunu anlayacak yetenekte degilim. bu yuzden de korkuyorum davranislarimdan. yetistirilisimin ve yasam kosullarinin beni dar bir yalan cemberinin icine soktugunu; yasamimin butunuyle, her gun kendimi de, baskalarini da aldatmaktan, sonra bunu farketmemekten olustugunu cok iyi biliyorum. omrumun sonuna dek bu yalandan kurtulamayacagim dusuncesi dehsete dusuruyor beni. bugun bir sey yapiyorum, yarin bunu neden yaptigimi anlayamiyorum. petersburg'da devlet hizmetine girdim, korktum; tarimla ugrasmak icin buraya geldim, gene korktum... cok az sey bildigimizi, bu yuzden de her gun yanildigimizi, haksizliklar ettigimizi, baskalarini yok yere sucladigimizi, mutsuz ettigimizi; tum gucumuzu bize hic de gerekli olmayan, yasamamizi engelleyen seylere harcadigimizi goruyorum. butun bunlarin neye, kime yaradigini bilmedigim, anlayamadigim icin de korkuyorum. insanlari anlamiyorum ben dostum, korkuyorum onlardan. koylulere bakinca dehsete kapiliyorum. bu insanlarin hangi yuce amaclar ugruna aci cektiklerini, nicin yasadiklarini anlayamiyorum. yasam bir haz ise, koyluleri gereksiz ve artik insanlar saymak gerekir; yok eger yasamin anlami da, amaci da yokluk ile kati umutsuz bir bilgisizlikse, o zaman bu iskencenin kimin isine yaradigini, ne icin surduruldugunu anlayamiyorum... hic kimseyi, hicbir seyi anlayamiyorum.

 anton cehov
"korku" adli oykusunden

12.08.2012

lüzumsuz işler

sabah uyanırken yağmur sesi. bulutlu hava balık grisi. gökten uğultular. ıslanmış sokak kokusu. sokakta  yağmura yakalandığı için sırıtarak koşan tombul bir kız, ellerini arkasında kavuşturmuş aheste yürüyen bir dede.
evin içi hafif karanlık. 
pencerelerde yağmur damlaları.
arka balkondaki çamaşırlıkta dün almayı unuttuğum iki  çarşaf bir yastık kılıfı.
balkon kapısı ardından onlara pişman bakışım.
balkon kapısının altından giren yağmur suyu. ay ay ayyy, bi büyük bez kap gel. neyse ziyanı yok. yağsın mübarek.

20 dakka sonra böyle güzel yağmurlu bir gün de apartman toplantısı. oldu mu. alt katta yöneticinin evinde. birinci kattaki deli tiyatrocu teyze gelmiyor. bana toplantıya sunmam için yazdığı yazıyı verdi. deli meli ama yalnız bir kadıncağız. baktım üç sayfa dolusu yazmış mavi pilot kalemle, önemli kısımlar için de kalem değiştirmiş, kırmızı pilota geçmiş. sağa yatık yazmış. çizgili A4 görmeyeli de epey olmuştu. nerden bulmuş. gerçi satılıyodur hala kırtasiyede. türkçesi iyi ama imla yanlışları yok değil. biraz okudum, sıkıldım. 3 sayfa yaa. hiç üşenmemiş. halbuki okunmayacak bile. insanlar nelerle uğraşıyor. 
ama gerçekten dahil olsan konular hassas. kavga çıkabilir.
o değil de, 
büyüdüm de apartman toplantısına katılıyorum daire sakini olarak. ımpppfff...
bana kalsa bir apartman toplantısına katılacak kadar büyümek istemezdim.
e gitme. 
gitme ama gitme demekle olmuyor işte.
bodrum katında yaşayan kılıksız herif meğer apartman elektriğinden evine kaçak elektrik çekiyor, biz de apartman aidatı niyetine ödüyoruz onun  harcadığını enayi gibi. geçen ayın aidatını ödemeyi reddettik deli tiyatrocuyla ben.
şu saçma gündelik hayat nelerin peşinde koşturuyor insanı.
toplantıda o kılıksız fırıldak da olacak. ihtimal ki, tartışma çıkacak. 
yöneticiyle ev sahibi, genel olarak kiracı insanı başbelası olarak gören tipler. onlara karşı da hazırlıklı olunacak.

şu güzelim yağmurlu, esintili günde birazdan nerden baksan 2 güzel saat heba olacak.
niye?
hiç işte, öyle.

10.08.2012

iftara dogru

hepimizim malumu, ramazan yaza denk geldigi icin memleket insani aclikla susuzlukla imtihan olmakta. fakat bu alanda da istanbullunun imtihani bambaska. memleketin geneli imtihana bir duz liseli tasasizligi icinde girerken, bir istanbullu resmi fen liseli gibi ter dokmek zorunda. ve imtihana giren herkesin cennete yerlesecegi de garanti degil. oruca istanbuldan katildigin icin ek puan da gelmiyor. hatta az sonra anlatacagim gibi sinir katsayisi engeli var, puanin dusuyor. derken istanbullu icin cennet umudu iyice azaliyor.

sevelim sevilelim
cunku memleketteki tüm müslümanlar gibi yaz sıcağında 16-17 saat aç durmanın yanında,
bir istanbullu için, trafik çilesi, hayat pahalılığı, kalabalıklar, süpermarket ve pide kuyrukları allah yolundaki bu imtihanın bir parçasi oluyor. 

bu durumda ramazanda en önemlisi, herşeye rağmen top patlayana kadar kendini bozmamak.

gecen aksam istanbulda iftara yakin bir saatte, ibadetten yorgun dusmus, mutsuz insanlarla dolu bir metrobusun kadikoyden baslayan olagan yolculugu, karsi taraftaki bir ara durakta, yolcu alamadan hizla gecen metrobusleri seyrederken hizla deliren oruclu inananlarin elele verip yolu kapatmasiyla yarim kalmis. metrobuse, inananlar barikati.

bu yasanmis hikayeyi bizim caycidan dinledim, kendisi o metrobusteymis, oruc tutmadigi icin o gun yasanan olaylarda sakinligini koruyabilmis. bize de 'oradaydim' belgeseli tadinda anlatti ertesi gun.
hikayeyi dinleyince benzetmek gibi olmasin, aklima zombiler geldi.

yolu kapatip metrobusu durduranlar, soforle tartismaya baslamis -artik ne buldularsa konu olarak. 

o esnada daha fazla dayanamayan otobustekilerden 'ulan acsaniza yolu' diyerek fittiranlar; yoldakilerden de 'biz gidemiyorsak siz de gidemeyin ulan' diyerek sacmalayanlar duyulmus. ve tabi girmisler birbirlerine.
girmisler girmesine ama simdi makul kafanin matematigi belli.
elde bir adet metrobus var. bu metrobusun oturarak ve ayakta alabilecegi bir insan kapasitesi var (ama biz istifleyebilecegi hayvan kapasitesine gore yolcu aldigini biliyoruz) 
simdi bu malzemeye ragmen
aksam karanliginda 
metrobus farlarinin onunde
aclik ve sefalet icinde 
toplu olarak belirmek nedir? 
caap veriyorum: dupeduz zombiliktir. 
aralarinda en sinirli olan da en tombalaktir.

simdi gel geri... geri gel,
ayni fukaralar, ihtimaldir ki o sabah uyandiklarinda, eger dusunmuslerse 'allahin izniyle bu aksam orucumu hurma yiyerek acarim' diye dusunmuslerdir.(tombalak haric) o an bu insanlara, 'hurmayi unut, bu aksam dayak yiyerek acican orucu' desen inanmazlardi. ki dayak, cennetten cikmadir, derler. aslinda bi saniye kiz, belki de her aksam iftari hurma yerine dayak yiyerek acmak...?
aman iyi be, fikir veriyoz.  neyse yani diyorum ki, bu kepazeligin aktorleri, kimbilir yilin kalan 11 ayi ne efendi, ne sabirli insanlardi halbuse. o tombalak mesela, kimbilir normalde nasi neseli nasi sempatik. yazik. 

demek ki bu sehirde ozel jetin olmadiktan sonra oruc tutmanin kimseye bir faydasi yok. ha eger acun ilicali oruc tutmuyorsan senin de yatacak yerin yok. benim mesela cok pis geyigim var, hic sansim yok.

9.08.2012

hamburger

senelerdir çalışırım, türlü türlü görüşmeler, girişmeler, gelişmeler, sonuçlar yaptım. hep başvurduğum bir mülakat yönteminin adının hamburger olduğunu bilmezdim. dün bizim suzan abladan duydum. suzan abla çok bilimli kadın. insan ilişkilerinden filan laflarken "hani siz hep yaparsınız ya hamburger" dedi. "yok evde o kadar yapmam suzan abla, çok canımız çekerse herkes gibi burger king'e filan gidiyoruz," dedim. "ay ilahi onu demiyorum kız", deyip güldü bana. (bu suzan ablaya da hep güldürüyorum kendimi)

iş arkadaşınızda, eşinizde, dostunuzda, gereken neyse onu oluşturmak, aklına bir fikir yerleştirmek ya da davranışını değiştirmek adına verimli bir görüşme yapmak istiyorsanız üç adım atıyosunuz:

1.genel olarak takdir edici, iltifatlamalarla yumuşak giriş (hamburgerin zemini olan ekmek)

2.asıl amaçlanan, verilmek istenen fikir ya da değiştirilmek istenen davranış hakkında net cümlelerle, gerçeklerle, tespitlerle geliştirme (hamburger köftesi, asıl malzeme)

3.destekleyici, gazlayıcı, yine takdir edici cümlelerle yumuşak kapanış (hamburgerin üst ekmeği)

adama şeklini verip gönderiyosunuz ondan sonra. 
işte şimdiye kadar bilerek ya da bilmeyerek uyguladığınız ve faydasını gördüğünüz bu yöntemin adı hamburger tekniği imiş.



bugün işe yürürken yine geldi aklıma.
demek hamburgermiş. valla benziyo da. aynı.

7.08.2012

mülayim isyankar dil

geçen pazartesiden beri devam eden iş yoğunluğu nihayet bugün azaldı.
böylelikle işyerinde bloğa yazı yazmalar, gasteleri gezmeler, feyste sürtmeler yeniden mümkün olabildi.

ama yine de tek tük gelen giden oluyor.
sabahki abla mesela.
nası anlatsam. şöyle kıvırayım: 
bana gelip danıştığı konu, mühim bir konu olmasına rağmen ablanın hiiiiiiiç konusu değil hani. doğasında yok. fıtratında yazılmamış. 

ama karşımızdaki malzeme ne olursa olsun, yani hiç yontulmamış olsa da, biraz yontulup yarım bırakılmışsa da ben görevimi yapıcam. mecbur konuya giriyorum. 

diyo ki, "yap bakalım bize bişeyler."
hay güzel ablam diyorum içimden, "ben bişeyler yapan kişi değilim, ben yapılacak şeyler hakkında bilgi veren, rehberlik eden kişiyim" diyorum dışımdan. 

yani nası anlatsam nerden başlasam kaç kişiydik o zaman bak kaç kişi kald... neyse ablacım, sen ben de kal. "bak şimdi... bidibidibidi de dibidibidibi ennn dibi anladın mı?"
ı ıhh... abla doluya koysan almayan boşa koysan dolmayan cinsten bi abla. bakıyor yüzüme. 
meğer yuzundeki o donuk bakış, olimpiyat koşucusunun start verilmeden önceki hazıroluşu gibiymiş.

ve abla repçi tarzında isyankar konuşmasına başliyor. abooo. çok hızlı konuşuyor bu be. ama geriden de gelsem bütün söylediklerini anlıyorum bak. hızlı konuşan radyo dj i dinlemek gibi.  
abla tur bindiriyor,
benim aklıma, kadın programlarındaki mağdureler geliyor. nefes almadan, vurgusuz ve aynı tonda hem bana isyan ediyor hem bu sistemi yaratan kişilere.  itiraz edecekmiş oralara buralara... öyle diyor. böyle bir ablanın itirazı yazılı olamayacağı için, itiraz edicem demesinden ben, konuşarak yıldıracağını anlıyorum.

konuşmaya devam ediyor, ben hızla dalıyorum. bana bu tonda bi saat konuşsa diyorum ben ne istiyorsa yaparım. sonra ablanın yüzüne tekrar geri dönüyorum. biraz daha mıkırdandıktan sonra nihayet susuyor. o da insan.

ben faydasızca son cümlelerimi de ettikten sonra "haydi bakalım" deyip ayaklanıyorum. 
abla kalkmıyor. 
çeşitli jestlerle konuşmanın bittiğini anlatmaya devam ediyorum.
abla hiç oralı değil. 
valla ablayı bırakıp sigara içmek üzere odayı terkediyorum.

5.08.2012

metin erksan


-Meral: "Herhalde bana ait olan bir şeyi öğrenmek hakkımdır."

-Halil: "Hayır sana ait bir mesele değil bu, resmin ile benim aramdaki bir durum seni ilgilendirmez. Ben senin resmine aşığım."

-Meral: "İyi ama aşık olduğun resim benin resmim"

. İşte ben de buradayım söyleyeceklerini dinlemeye geldim."

-Halil: "Resmin sen değilsin ki. Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil, resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün düşüncelerimi yıkarsın.

-Meral: "Bu davranışların bir korkudan ileri geliyor."

-Halil: "Evet bir korkudan ileri geliyor."


Metin Erksan, Sevmek Zamanı, 1965

2.08.2012

dondurmacilikta maraslilik performansi

ulkemizde ayvalik tostu ve simdi aklima gelmeyen daha niceleri arasinda, yoresel tatlarin sunumunda en ciddi performans maras dondurmaciliginda sergilenmektedir. yoresel dondurmaci kostumunden tutununuz da, arada bir vurarak ses getirmek zorunda olduklari cingiraklarina, küt bir kilici andiran demir cubuklariyla dondurma koyarken sarfettikleri cabaya bakinca, yazar burada cumleyi nasil bitirecegini bilememektedir.

yaz aylarinda nereye gitmissek, onlar bizden once oraya gitmis, dondurma tezgahini kurmus olurlardi. kucuklugumuzden bu yana yaz aylarinda onbinlerce maras dondurmacisi gorduk. teee palamutbukunde bile varlardilardi.  

ve ne kadar maras dondurmacisi gormussek hepsi cok enerjik ve neseliydilerdi. tabi konsept icabiydi. 

ama insan yine de dusunmeden edemiyor, yav arkadas insan bir gun de tersinden kalkmaz mi? bir gun de dondurma tezgahinin arkasinda suratsiz oturmaz mi? bugun gelenin eline vericem gondericem demez mi? hep mi bi dondurmayi turlu sovlarla kulaha koymalar, havalara atip tutmalar, tam verecekken hoooop almalar, hihoholar, ayayaylar... 

gercekten ortada bir tuhaflik var. 

gecimin gun gectikce daha da zorlastigi ulkemizde, sirtini yoresel bir tadin hatirasina yaslayan bu ufak capli isin hala kahramanca bir neseyle icra edilisi, marasa kahraman adi verilmesinin ne kadar da isabetli oldugunu. dusundurtmeden. edemiyor. son cumleyi hic ogelerine bolmeyelim bence, iyi boyle.

(cumhuriyet gazetesi`nin kelebek ekinde yayinlanmis bir makalesi`nden)


kediler diyorum, ozgurlerse.

Çok mu ayıp hala mutluluk istemek
Neyse zaten hiç halim yok 

soyliyim; biraz daha surer bu datca mevzusu buralarda...

datcada sagda solda rastladigim sokak kedilerine bakinirken bizim sefil kadikoy kedilerini dusundum. cogunu tanimam etmem. ama onlardan yanayim.

yani gordum ki, datca kedilerinin keyfine diyecek yok. ya yan gelip yatiyolar ya denizi seyrediyolar. restoranlarda cafelerde dize tirmanip yemek isteyen, masa bacaginin dibinden yukari miyavlayan tek datca kedisine rastlamadim. hepsinin karni tok sirti pek. iyi besleniyolar, temiz havada yasiyorlar, trafik yok...
eski datca

ulan dedim bizim kadikoyun salak kedileri ordan yola ciksalar,
yavaaaaas yavas, tirin tirin datcaya dogru yurumeye baslasalar. fena mi? yolun sonu cennet.  eninde sonunda bu datca karsilarina cikmayacak mi bunlarin? ama iste kafada akil olmadiktan sonra yemisim ozgurlugune duskunlugu hakkaten. 


istanbula dondugum gun valizlerle eve suruklenirken bi tane kahverengili sarili kadikoy kedisi gecti onumden. tipi kaymis sicaktan, ustu basi pasak icinde, istanbulun kirine dumanina tukuruk mu dayanir, oldugu kadar temizliyor kendini. valla pek olmuyor. bi de islatmis kendini kimbilir hangi sulfurik asitli sularda.


ben kedi olsam. 
baslardim yani yurumeye.