"zehirli karanfiller büyüttüm dargınlığımın saksılarında
biberli bir kokuları vardı"
koca anfide yankılanan tekdüze sesin söylediklerine dikkatimizi toplamaya çalışarak oturuyorduk, derse girmeden önce ne konuşmuşsak daha çok oradaydı aklımız, benim belki gözlerim sezer'in anfide nerede olduğunu arıyor olabilirdi. ne olurdu sanki derse de elimizde çayımız ve sigaramızla girseydik. şahsen benim dikkatim daha geç dağılırdı. hocayla karşılıklı tüttürseydik, bi hoca tanıyorum o mesela desteklerdi bunu. ama o öndeki kereviz kızlar yok mu, hani hoca ı-ıh dese yazanlar, hı-hı dese yazıp yanına yıldız koyanlar, sınavda çıkabilirciler... onlar kesin o ışıltılı saçlarıyla itiraz eder, giysilerinin kokacağını söylerlerdi. böyle muhatapsız tartışmalara kayıp duran akıl arada bir hocanın yükselip azalan sesine odaklanmaya çalışırken sürekli birlikte takıldığımız arkadaşım bir defter yaprağı uzatıvermişti durduk yerde, içinde atilla ilhan'ın bir şiirinden bir parça...
bu eylemin, o günle, günün gündemiyle, sürmekte olan dersle hiç bir bağlantısı yoktu... (henüz bilmediğimiz geleceğe düşülen bir not imiş meğer, sonradan bulacaktı anlamını...) aklına gelmiş, yazmış ve bana vermiş. ben okumuşum, defterimin arasına koymuşum. ders bittiğinde üzerine konuşmaya bile gerek duymadığımız bir iş.
o zamanlar bir sebepten darıldı bu arkadaşım bana. yıllar geçti bunun üzerinden, çok yıllar... ben defter arasındaki o şiir parçasını unuttum bile. arkadaşımı unutmadım ama hiç. güzel andım hep. yıllar sonra eskileri karıştırırken o kağıt parçası karşıma çıktı bir gün. bulsam onu dedim, karşısına çıksam ve o satırları söylesem geçer mi dargınlığı? değer ulan, dedim. trajik insanın minnacık ve önemsiz yaşamını, filmlere benzetme çabası ontolojik bir problematik olarak yine karşımıza çıkıyor burada, dikkat buyurunuz. baştan aşağı "değer ulan" varlığı olarak istanbula ilk yolum düştüğünde, düştüm elimdeki bir adresin peşine. o caddeyi koştum baştan sona, girdim çıktım ilgili, benzeri işyerlerine, sordum onu, yok dediler.
sonra ulaştım tesadüfi bir şekilde kocasına, hımmm evlenmiş filan bak, kaçırmışız o özel günleri... kocasına verdim telefon numaramı. nezaketen onunkini istemedim ama kocasınınkini de almayı akıl ettim. sonra bekledim. aramadı beni hayvan. trakya damarı tuttu eşşeğin. eh artık bırak peşini di mi? tabi canım bıraktım zaten. sikerim böyle aşkın ızdırabını dedim aynen. kapattım konuyu.
sonra bu gelişimde istanbul'a, hiç öyle bir fikrim yokken ama adamakıllı içmişken ve gevşek bir keyif hali içindeyken ve hayat hakkaten ne güzel herşeye rağmenken, masadakilerden birini 7 yıldır görmediği bir arkadaşı aramaz mu? düşünmeden aldım telefonu elime, buldum kocasının ismini, bastım arama tuşuna. açtı karşı taraf, önce kendimi tanıttım kafa döndüğünce ve, ver bana dedim o eşşeği. eşşekkafalı çıktı telefona. telefon numaram sana ulaştı mı dedim, evet dedi. aramadın dedim aramadım dedi. böyle de net bi insan. dedim ne zaman buluşuyoruz terbiyesiz kadın. pes etti heralde bu yapışkanlığa. anlaştık.
geçenlere buluştuk. ben o şiir parçasını da söyledim sohbetin bir yerlerinde. daha destansı olmalıydı ama gündelik yaşam, bi çay daha alır mısınız diyen garsonlar ve konuşacak bişey bulamayış krizleri arasında kaynadı gitti. olur öyle. o benim hiç değişmediğimi düşünmüş ben de onun hiç değişmediğini düşündüm ama birbirimize hiç inanmadık hahahaa... biz kadınlar...
geçen gece onda kaldım. sabaha kadar konuştuk, eskiden aramızda anlamlı olan çoktan unuttuğumuz komik deyimlerimizi tekrar kullandık laf arasında. hafıza garip şey; benzer yeni bir yaşantı içinde çıkıyor eski yaşantı parçaları yüzeye. güldüğümüz edepsiz fıkralar bile geldi aklımıza. politikadan bile bahsettik, başkası olsa kalk ulan masadan diyeceğim, kalkmasa, masayı kaldırıp atacağım muhteşem(!) fikirlerini paylaştı benimle. (gavur izmirliyim, tersim pis) nihayet artık beynimizin tüm gri hücreleri birayla mayalandığında ne tanrı ne devlet aslında biliyo musun diyerek kapadık konuyu. çok film izliyormuş sevindim buna. sezer'in okul zamanlarında benim ona aşık olduğumu, düşmanca bakışlarımdan meğer çoktan anladığını öğrendim.
böyle işte. buluşacağız bundan sonra fırsat buldukça. sinemaya gideceğiz. miyazaki filmlerini severmiş, ben öyle tutkunu değilim ama olsun izleriz birlikte. deer hunter'ı çok sevme konusunda birleştik. o bilardo sahnesini unutmazmış ben de düğün sahnesini hatırlattım. aldın mı ordaki mesajları dedi, aldım dedim.
ben bi iş bulabilirsem, istanbul'a yerleşebilirsem daha da iyi olacak tabi.
fena olmadı diyorum yani.
istek üzerine açıklama: yazıda dargınlığımızın sebebini atlamışım nedense hehe. eee, şey şimdi,... O, derslere girmeyip sağda solda (daha çok solda) gezip durmaktayken, benim derslere düzenli devam edip düzenli tuttuğum ders notlarını istemişti ve ben de vermek istemedimdi. yediğim bişeylerdendi ya da havalar mı kötüydü, ama sanki bir öküzlük salgını vardı o ara belki, bilemiyorum, bulaşmış bana o ara. şimdi tamam herhalde.