31.03.2011

on kuruş

benim adres bulma ve adres tarif etme özürüm var. bugünkü örneğimiz adres bulma kısmından. adres tarif etme hikayelerim artık zaten kısa:
(bkz: ben de yabancısıyım valla)

10 gündür aralıksız çalıştığımı daha önce söylemiş olmalıy.. tamam be öf.
böyle aralıksız çalışınca insanın aklına inadına yapılacak bir takım şeyler geliyor. mesela kuaföre gitmek. saçım uzadı da saçım uzadı. bi tane de yetenekli kuaför bulmuşum. o da saçma bi yerde... ev ile iş arasında orta bi nokta da. indisiyle bindisiyle benim kuaförüm ama işte.  geçen sefer kadıköy istikametinden elimde adres tarifiyle bahtsız bir minibüs şoförünü canından bezdirerek bulmuştum mekanı. 
sonraki zamanlarda kuaförün yerini iyice bellemek için eve gidiş yolculuğunda "nerdeydi bu kuaför" diye bakınıp "hah tamam" diye sağlama yapmışlığım da var. 

dün sabah, işe gitmeden önce müdürü arayıp kuaföre gitme iznimi kaptığım gibi kendimi attım bi minübüse. baktım en ön koltuk boş. tüh bee. hazır boşken kadıköye kadar gidilirdi ne güzel. neyse napalım incem biraz ilerde. 

parayı uzatırken sordum şoföre, kuaförün olduğunu tahmin ettiğim yakın semt ne kadar diye. şöfer yola bakmaya devam ederek "1.40" dedi. cüzdandaki bozukluklardan tam para uzattım. yine bana bakmayarak açtı avcunu. bıraktım paraları avcuna ve derhal yola dikkat kesildim. 

kuaföre ilk defa ters istikametten gidiyordum. ve bu beni inanılmaz geriyordu. çünkü şöfere söylediğim o semti gerçekten de sadece tahmin etmiştim. 

ya biraz ilerisiyse? demicek mi içinden: "vay uyanık az para ödedi." du bakalım belki doğru tahmin etmişimdir. 
şu geçtiğimiz yerler... ı ıh... yok daha gelmedik.  tanıyabilecek miyim. bir benzin istasyonu mu vardı karşısında? gepgeniş bir caddeydi ama hatırlıyorum.  geçtik mi acaba yaa? görmedim heralde.
şoföre söylediğim semti de geçtik. şöfer kesin içinden: "söylediği yerde inmedi buuu" diyo. napayım, işe de geç kalmayayım bari kadıköye devam edeyim ben. hem ne güzel ön koltukta gidiyorum. madem kadıköye devam edicem, dur ben 1.40 ın üstünü tamamlayayım. kaç vercem? 30 kuruş daha vercem evet. şimdi nası anlatılır ki, ineceğim yeri kaçırdım kadıköye devam et kaptan mı diycem. 

çıkardım 30 kuruşu. döndüm şoföre. ki dürüstlük timsali bi davranış içinde olmamla övünmekle birlikte az sonra yapacağım açıklamayı sırıtarak gerçekleştirmeyi uygun buldum kendimce. istediğim yerde inmeyi beceremediğimden başkalarından önce salaklığıma gülüyo gibi yaparak:

- hihi... ineceğim yerih kaçırdım hihi.... kadıköye hehe devam edicem hihihi. üstünü de vereyim buyrun hihi..

genellikle gözünü yoldan ayırmadan işini yapan şoför bu sefer bu nası bi manyak diye düşünmekten olacak, döndü baktı ve hiç beklemediğim şekilde benim muhteşem dürüstlüğümü sorgulama cüretinde bulundu:

-nerden binmiştiniz ki?

pardon? ben direk bozuldum. o hihihi filan bitti. ne demek nerden binmiştiniz. şuna bak. ben sana yalan söyleyecek olsam üstünü mü tamamlarım? hayret bişey. gücenmiş bi ifadeyle nerden bindiğimi söyledim. hesabım da doğru yani. 

döndük yine yola bakıyoruz. ben bir hayli kırgınım artık ama en ön koltukta kadıköye gitmekle avunuyorum ve adres stresim de bitmiş. tıngır mıngır giderken a-aaa!.. benim kuaför dükkanı değil mi o? demek kaçırmamışım! iyi hadi. ama var ya, şimdi  bu harika oldu çünkü az sonra arkama bakmadan inicem  ve şoföre de bi insanlık dersi vericem. 

yaklaşınca "müsait bi yerde" diyerek arkama bakmadan kapıya doğru büyük bir adım attım. tam inecekken kapı dibinde duran ayaktaki bi yolcu dürttü beni:

-bayan bakar mısınız.

baktım avucumda 20 kuruş. şoför yollamış. sabah sabah şoförle yaptığımız şu matematiğe bak. 10 kuruşun peşine düştük ulan.

30.03.2011

ağzıbozuk bir anne adayı

ev terliğiyle aramızda tam olarak şöyle bir telefon konuşması geçti. 
pardon önce bu konuşmanın gün içinde yaptığımız dördüncü konuşma olduğunu da belirtmeliyim ki sonradan aranızdan bazı hırtlar alo > naber > nasısın ile başlamayan konuşma mı olur demesinler. biz onu sabah erken saatlerde yapıp devam ediyoruz.

telefon çalar: bilibilibili bülübülübülü bilibilibili...

ev terliği (direk konuya girerek):
-terkedilen 40 kişi üzerinde bi deney yapılmış, beyin sinyallerini almak üzere kafalarına kablolar bağlanmış 40 kişiye, onları terkeden kişinin resmi gösterilmiş ve gördükleri anda beyinde nası bi tepki oluştuğunu  görmek üzere tek tek beyin MR larına bakılmış. sonuçta terkedenin resmini gören terkedilmişlerin beyinlerinde sıcak bi kahve kupasına çıplak elle yapışınca oluşan acıya denk bir acı hissedildiği tespit edilmiş. yani bu hissedilen duygusal acı, fiti..büti..zitt..sel(burda telefon çekmiyor) acıya benziyormuş. 
burcu (anlamayarak):
-ne ...sel  acıya benziyormuş?
ev terliği (yine çekmeyerek):
-fizzüttü.. hippi...sel gerizekalı.
burcu (artık kıkırdayarak):
-ne ...sel? ya yine anlamadım ki..
evterliği (gayet sakin):
- kulağına mı verdiler? 
burcu:
- (işyerinde patlayan yersiz kahkahalar)
evterliği (sabrederek yaparak aslında o da gülerek):
- fiziksel acı diyorum. senin sinirlerin hakkaten bozuk, tatile çık.
burcu (sakinleyerek):
- derhal!  ve her ne -selse, ben terkedilmedim bikere. sürece değil sonuca bakıcaz. terkeden geri dönerse terketmek de diğerine döner. keser döner sap döner gün gelir terkedilen terkeder. terkedilen, terkedince hiç terkedilmemiş gibi pırıl pırıl olu...
evterliği (sıkılarak):
- tamam bi sus be öf. öyle olduğunu biliyoruz da bak böyle bişey hissetmiş demek.
burcu (ciddileşerek):
- hııı. sen onu bırak da, hiç genç bir anne adayına böyle ulu orta küfür etmek yakışıyo mu? (bir önceki telefon konuşmasının konusuna gönderme) senin yumurta, vücudunda birikmiş küfürler yüzünden sperm tutmuyo olabilir. bence bunu bi düşün.
evterliği (ümidi keserek):
- sen gerçekten gerizekalısın ya.
burcu (kendini beğenerek):
- elimden geleni yapıyorum.
evterliği (vazgeçerek):
- kapatıyorum ben.
burcu (sevinerek)
- iyi edersin.

28.03.2011

hindistancevizi kokusu

can sıkıntısı hindistan cevizi kokar.
zaten can sıkıntısının dışı kahverengidir.
içi de bembeyaz, penceresiz, süngersi.

ve teklifsizce üzerinize siner ya da geri alınamaz bir şekilde ellerinize bulaşır.
herhangi bir lokantada, işyerinizdeki lavaboda ellerinizi yıkamak için sıvı sabunluğa uzanırsınız;
avucunuzun içine dökülen, elinize bulaşan can sıkıntısıdır.

bugün minibüste eve dönerken yakalandım. şuursuzun biri, kokuttu her yeri, döndürdü mideleri.  mutsuz etti arabayı iki dakkada.  zaten tadımız yoktu, kokuyla birlikte hatırladık can sıkıntısını.
ya da bana öyle geldi.
dönüp demek istedim herkese:
"canımız çok sıkılıyor değil mi arkadaşlar, hı?"
dönüp sağımdan solumdan kafa sallaşarak onay almak istedim.

dünya bugün geoid bir hindistan cevizi.
bana öyle ulan.

iki hafta tatilsiz çalışacağını bilmeyegör, nası hemen gardın düşüyo burcu. dile kolay, yarın sıkıysa işe gitmeyegör burcu dünyanın kaç bucak olduğunu ve hindistan cevizi ağaçlarından ibaret bir ormanda kaybol şimdi gözüm görmesin seni.

hasar tespit:

2 tabak menemen (5 dilim ekmekle)
1 kase profiterol
5 karış surat

25.03.2011

kabul günü 2

zor uyandım. 
halbuki geç yatmamıştım.
uyandığımda ytong şefi işe gitmek üzere yola çıkmadan önce son kontrollerini yapıyordu ayna karşısında. bir de burcu kalk artık diyordu aralıklarla. kalktım tamam. günün ilk cümlesini basitinden kurdum:

-"işe gitmek istemiyorum." içimden de şunu hissettim: "dün gittim, konuyu biliyorum" ytong güldü bana.

kalktığım gibi yürümeye başladım. nereye gittiğimi biliyor gibiydim ama gitmekte olduğum yer saçmaydı
bizim evde odamdan çıkınca istanbul trafiğine takılmadan ve hiç sapmadan ilerleyip varabileceğiniz son nokta mutfak penceresi. ama bunda bi tuhaflık var. bende yani.
bilmiyorum ki aydınlığa mı yürümek istedim. orta noktada ytongla ayna arasına girdim ve yola devam ettim. 
mutfak penceresine vardığımda arkadan verdiğim görüntü, pijamasının bi paçası dizinin üstüne sıvanmış, diğeri bileğinde kalmış, yukarı bakınca sanatçı bu eserinde saç telleriyle kaosu anlatmış, kolları yanlardan öylece sarkmış bi minnacık kadın.
hayır, başka bi pencere olsa gün boyu hatırladıkça gülecek kadar komik olmayacaktı ama mutfak penceresi önündeki halim... pencere çok yukarda. almanlar için ya da ingilizler için yapımış gibi. evin geri kalanı ise tam türk işi. (kombi tesisatını balkona kurmaya varıncaya kadar) 
yani bir pencere önünde durup düşünür gibi yapmak illa ki gerekliyse afyon patlamadan; bu o pencere olmamalıydı. çünkü sokaktan eve bakılsa ben görünmüyorum.  ben de zaten karşıki evin çatısına ve gökyüzüne bakabiliyorum. tam karşımda ise mutfak fayansı. 
öyleyse niye gittim ve sanki sokağı seyrediyormuşum gibi niye durdum orda. 
bilmiyorum. 
gerçekten bilmiyorum.
ne kadar öyle durdum onu da bilmiyorum.
neden sonra :) döndüm ve
bir mesai günü daha sona erdi. 
çok sevildiği için yenisini çekicez yarın. yani kabul günü 3 geliyor.

24.03.2011

kabul günü

sabahtan beri konuştuğum insan sayısını tutmadım. keşke tutsaydım. belki bigün lazım olurdu. 
artık kendi sesimi duymak istemiyorum. keşke sözlü ifadede de kısaltmalar yapmak mümkün olsaydı. 

bi ara iç hattan bi eleman aradı, bir görüşmede olup olmadığımı anlamak için direk şöyle girdi konuya:
- boşaldın mı?
- sanane bundan yağmur?

dedim ve o biraz güldükten sonra devam etti. dinledim efendi gibi. hiç gülmedim bile. telefonu kapayınca karşımdakine bi laflar anlatmaya da devam ettim. 
böyle bet bi gün
gitsin gelmesin

 

23.03.2011

kucağımde klavye, içimde bi tür ahlak yasası

bişe dicem
halihazırda misafirlikte olmam sebebiyle dizi ortamına düştüm. günümüz türkiyesinde -ki biz bilgi türkiyesi diyoruz kısaca ve evet geçen hafta yaptığım birbirinin aynı 6 sunumun izleri hala silinmedi- akşamları gidilen misafirliklerin hikayesi birlikte dizi izlemek oldu. daha önce deli kadın corcikadan bahsetmiştim, kendisinin en son kaçırmadan takip ettiği dizi ikibinlerin başında öğlen kuşağında yayınlanan mariya mersedes'ti. şimdi hürrem'e takıldı.

şimdi dikkatimi çekti. bu hürrem'de sülüman'ın bi kızkardeşi var. şimdi bi yandan diziye göz atarken bu kadınla göz göze geliyoruz. nası bi yüz ifadesi o? sanki kadının yüzündeki herşey tüm duyu organları yani ağzını işaret ediyo gibi. o nası bi toplu dudak.  o nası bi sıkıntı veren surat.

az önce corciyanus, kedilerinden suphi'ye dürüm uzattı. yemin ediyorum dürümdü.  gözlerimle gördüm. al oğlum dedi. suphinin koklayıp götünü dönmesi de başka bi ayrıntı bu dumur kareden.

20.03.2011

robot başak ve elbisesi

nerden nereye. bazen etrafımdaki hikayelerin bana serbest çağrıştırdıklarına ben de hayret ediyorum. mesela  ne alaka japon işi? zaten japon okurlarım şu yazdıklarımı okisalar derler ki, burcu neyin derdinde biz can derdinde. hakkaten ha. 
günde bin defa konuştuğumuz ve hala konuşacak bişeyler bulduğumuz tuhaf arkadaşlarımdan biri bugün bana telefonda bi hikaye anlattı. hikayedeki adam aylardır bir kadına uzaktan bakıp duruyordu ve kadın da adamı ve bu tuhaf ilgilenme tarzını beğendiği halde en ufak bir mimik ya da bir küçük jestle olsun karşılık vermiyordu. yani kadın aylardır bu ilgiye bir robot suratı kadar kayıtsız bir ifadeyle karşılık verirken adam da boyna sırıtıyordu. işte bu hikayedeki kadın bana nedense kemal sunal'la fatma girik'in oynadığı 1987'de çekilen japon işi'ni anımsattı. 
öyle geldi ne bileyim. televizyonda rastlamayalı, adını anmayalı belki yıllar olmuştur. ama arkadaşın anlattığı hikaye üzerine aklıma gelince, iki sunum arası o bet ruh hali içinde nası keyiflendim. belki de sunumlarla geçen gün içinde bu filmin hatırasını kendim çağırdım.

87 yılında yapıldığına göre ben izlediğimde çooook küçüktüm. zaten bu filmi o zamanlar nasıl eğlenerek  ve duygulu robotun haline üzülerek izlediğim dün gibi aklımda. ama özellikle fatma girik'in o rengarenk ve parlak elbisesine bayılmıştım.  o elbisenin aynısından benim de olsaydı... ben de giyseydim... o kadar güzel gelmişti, çocuk işte. zevksizlik zirvede. -diycem ama şimdi buldum nette bir görselini, ulan hala güzel geliyo allah beni kahretmesin. benim içimde bıraksam nası bi çöpçü yaşıyo, ürküyorum kendimden.
 yok yav, çocukluğu  hatırlattığından olmalı bu sempati...
şu arkadaki çekyatlar, kılıfları, oturunca oluşan göt yeri, hep vardı evlerde.

15.03.2011

jeanne dielman olmak

Filmi bir cümleyle özetliyim hemen:
Bir kadının 3 gününü anlatan ve 3 saat 13 dakika süren film. Mesela yatmadan önce saçlarını tarıyor koy 5 dakka,  yemek yapıyor  koy 15 dakka, ilk iki gün akşam yemeğinde çorba içti, gerçek hayatta iki kepçe çorba bir yemek kaşığıyla kaç kere kaşıklanarak bitirilirse bekliyosun, çorbasını bitirsin filan. evin içinde her girdiği odanın ışığını yakıyor çıkarken mutlaka kapatıyor, "saniye sürmez ki" dediğinizi duyar gibiyim ama film boyunca bunu defalarca yaptığını düşünürseniz toplayınca bu minik dokunuşlar da epey bir zaman yapıyor.
Filmi izlemenizi şiddetle tavsiye etmiyorum ama ölmeden önce görülmesi gereken filmler listelerinde mutlaka kendine yer bulmuş bu filmi, bu listeci motivasyon içinde illa ki izliycem diyorsanız başka bi hususta tavsiye verebilirim ve gerekirse şiddete de başvurabilirim:
Lütfen filmi evde ve tek başına izlemeyiniz. filmin kadın filmi olmasına aldanarak erkek izleyicinin bana bişey olmaz  diyebileceğini tahmin ederek şunu da belirtmek isterim; 3 saat 13 dakikalık hipnozdan sonra erkek ya da kadın olmanız zerre fark yaratmayacaktır.
filmin başrollerini kadın ve yaşadığı ev paylaşıyorlar. Zaten benim uyarım da bundan kaynaklanıyor.  eğer evde yalnızsanız, film bittiği yerden sizin evde devam ediyor.  Siz de kendinizi jeanne dielman gibi hissediyorsunuz.  Bunun olmaması imkansız. Olmuyorsa hiç numara yapmayın, saçlarını tararken ya da yemek yaparken atlaya atlaya gittiniz. Sizi gidi çok şeysiniz.
Film bitti mesela akşam oldu tabi. Perdeyi çekiyorum kendimi bi tuhaf hissediyorum, mutfağa gidiyorum her zaman yaptığım bişeylerden yapıcam bi tuhaflık var,  çorba içiyorum bi garipsiyorum hızlanayım bari de bitsin.  Tuvaletten çıkarken ışığı kapatıp odaya girince ışığı açıyorum bi manyak oluyorum. Aynı filmdeki gibi evde yalnız olunca kimseyle de konuşmuyorum tabi.  Psikolojim değişti yav.
Filmde evi her açıdan çekmişler, kendi evim gibi biliyorum artık. Gitsem şimdi o evde kap kacak, örgü çantası, makas filan elimle koymuş gibi bulurum valla hiç yabancılık çekmem.
Kadın kendi halinde, donuk bi ev hanımı. Kendini adadığı, kendi gibi donuk bi oğlu var. Yalnız genellikle bildiğimiz ev hanımlarından farklı olarak öğleden sonraları eve donuk erkekler alıyor.  evi bu yöntemle geçindirmeyi tercih etmiş. Ha pardon koca yok koca yok, ölmüş 6 yıl önce. peki evi geçindirmek için neden yattığı yerden para kazanmayı seçmiş? Çünkü öyle gerekmiş. çünkü madem ev kadınıyım, madem toplum beni eve kitledi, parayı da evde kazanırım, orospuluğu da tertibimlen düzenimlen evcaazımda yaparım demiş. olabilir. dememiş de olabilir.
filmi bi cümleyle daha özetliyim:
film feminist, hiç şakası yok. zaten bu -istlerin -bistlerin öyle uluorta şakası olmaz, kalbimizi kırarlar sonra.

12.03.2011

bu derin bir tutku

Her derde, devadır üzüm
Nedense, geldi bana hüzün
Sıkıldığınızda, dişlerinizi büzün
Bunların geçmesi için, al üzüm

Fikret Gürsoy
araştırmacı-yazar-şair-Proğramcı

itiraf dat kam: hayatımda bir kavanoz kuru üzüm reçeli var. tam merkezde. kaçtıkça yapış  yapışıyorum. 

iki günlüğüne ankara'ya giden ytong şefi'ne annesinin yaptığı o reçelden bir kavanoz daha getirmemesini söylediğimde ytong, çoktan kucağında reçelle geri dönmek üzere yola çıkmıştı bile.  geç kalmıştım söylemekte... belki de kendimi kandırıyordum. hem kaçıyor hem de istiyorum onu. 

şu an mesela onu ev haliyle hayal ediyorum... 
mutfakta baharat kavanozlarıyla poşet çayları doldurduğumuz kutu arasında, o vanilya kokulu tenine çok yakışan kahverengi kapaklı eski bir nescafe kavanozunda öylece durmakta. karşı konulmaz cazibesini bilmezmiş gibi, herhangi bir reçel gibi davranıyor ya, bu kendi lezzetine kayıtsız tavrı beni daha da delirtiyor.
evdeki varlığı tüm yeme alışkanlıklarımı altüst etti. o evde varken diğer kahvaltılıklarla aram yok. kaşıklaya kaşıklaya tek başına ve bir oturuşta bitirip tesirinden kurtulmak da mümkün elbet. lakin artık var olmadığı bir mutfağa girmek fikri bile uykularımı kaçırıyor. 

kaldı ki, kavanozdaki sessiz ve tüketilmeye amade duruşuna bakıp aldanmamalı. doğada bir kere varlık bulmuş hangi şey gerçek anlamda yok olur ki? şeyler, sadece form değiştirip kaldıkları yerden devam ederler hikayelerine. 

yani kuru üzüm reçelim de, eğer cazibesine dayanamayıp onu kısa zamanda tüketirsem vücudumda yağa dönüşerek varlığını devam ettirecek... hem belki baktıkça onu hatırlamam için bel çevremde aşk simidi şekline girerek beni sarabilir bile... aklı sıra bana onunla dolmuş belime baktıkça geçirdiğimiz mutlu anları hatırlatacak... aptal reçel!  evet, seni istiyorum ama benimki bir tutku... 
senin aşkınsa belli ki işgalci... hatta yerine göre simitçi...
beni deforme ederek varolmana izin veremem...

çağırıp durma beni kuru üzümüm, üzgünüm.
seni yavaş yavaş, 
her birlikte oluşumuzdan sonra izlerini 50 dakka cardio yaparak vücudumdan sile sile tüketeceğim...

10.03.2011

öyle bir tiksinmek ki...

dinde zorlama yok
yok insan müsveddesi bile değil, nazarımda insanı andırmıyor bile. 

izdivaç programlarındaki türkiye gerçeği o tipler, aradıkları kişideki özellikleri sayarken bişey tutturmuşlar diyorlar ya, bir güvenlik kalkanı gibi diyorlar hani... kelime dağarcıkları hayatları boyunca 50 kelimeden ibaretken kendilerince mucizevi bi şekilde kısaca tüm insanlığı özetliyorlar ya, mecbur kalmadıkça kullanmadıkları akıllarınca:

- önce içinde allah korkusu olsun, sonra hebe hübe de olabilir, .... 

bak bu fotoğraftaki tipsizin de içinde allah korkusu var sorsan. demek bi işe yaramıyo. demek insanlık, içerdeki allah korkusundan anlaşılmıyo. demek allah hepinizin belasını versin be.


sen git, 
seni salan adaleti yaratanları öp. 

adalete baksana sen yaa.

7.03.2011

neden sonra omuz silkmeyi seven

hepimizin aşina olduğu insanlık hallerini yazı alanına başarılı bir tasvirle geçirebilmek güzel şey. dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey. yani en azından bana böyle. okuyanın gözünde demek istediğini demek istediğine yakın canlandırabilmek...  tersini de severim. yani gündelik yaşamda hiç karşılığını göremediğim insanlık halleri de tasvir edilir  romanlarda. onları merak ederim. onların içinde de en çok, neden sonra omuz silkmeyi...

küçükken bir romanda kahramanın neden sonra omuz silktiğini okuyunca oturduğum yerde omzumu kaldırıp indirirdim, böyle bişey mi diye. omzumu kaldırıp indirirken yüzüme de "adam sende!" der gibi bir ifade verirdim. bunu da "neden sonra" deyiminin karşılığı olarak yapardım. ama tam emin olamazdım yazar böyle bi hareketi mi tasvir etmek istemiş. çok sonra düşündüm ki, aslında hep bir zaman aralığı vardır neden sonra omuz silkmeden önce. :)
yani olan biten herneyse ondan sonra bir zaman geçer, az bir zaman ve ardından olan bitene karşı böyle bi hareket çeker. kayıtsızlık.

ne kadar olduğu bilinmeyen ve sadece sezilen o zamanı verirsen anlamını bulur davranış.
bu dediğim genellenebilir de bak tüm yaşama uğraşına. en azından benimkine. üstüne "herşeye maydanoz" kondurularak servis edilebilir bile.

geçenlerde işyerinde bir başka bloğa yorum yaparken rakı masasına sipariş klasiği bir kaç davranışı tasvir etmek istedim. hani az peynir, ortaya biraz meyve ve bir kaç meze isteme halleri. az peyniri tasvir edecekken duraladım. hangi sözcükleri nasıl dizmeli? düşünmek yetmedi ellerimle az peynir isteme davranışını tekrar canlandırmaya çalıştım.. ofiste, her daim kapısı açık odamı ve beni komple gören yerde oturan iş arkadaşım, ellerimle kendime az peyniri gösterişime tanık olmuş. daha nelerime tanık oluyor da akıl sağlığını korumaya çalışıyor garibim. sigara molasında baktı bana ve elleriyle benim yaptığımı taklit ederek dedi ki:

-burcu allahaşkına, n'apıyorsun odanda tek başına böyle kendi kendine? 

yapmışım sonra dışarı bakmışım bi durmuşum, bi daha yapmışım. onları da söyledi ben farkında değilim tabi. 
hahahaha... ben buna bütün gün güldüm sonra. şimdi aramızda espri konusu oldu. o günden beri arada bi bana o hareketi yapıyo olur olmadık zamanlarda.

ben de naapayım anlattım neden yalnız başıma bilgisayar başında öyle el hareketleri yaptığımı. az peyniri nasıl tarif edeceğimi düşünürken gözümde canlandırmak yetmeyince ellerime baktım dedim.  delinin birisin, tam karşında çalışmak zor ama seviyorum seni dedi. sağolasın dedim.

1.03.2011

tamam inşallah

kendisi son yolculuğuna uğurlanırken milyonlarla idare edicek artık.
malum... trilyonlar kayıp.
ki zaten sade bir tören istemiş.


adil düzen bi insandı. allah taksiratını.