24.05.2011

kışlıkları kaldıran bir delinin iç konuşmaları

sevgili güvenli serin yorgan,
söylemem gerek, sen kışlıkların en tatlısısın.
kış boyunca her gece kapandın üstüme. üstümü örtmen bana harika bi güven duygusu verdi hep. yani tüm kötülüklerden sakladın beni böyle. gerçi bazen nevresimin uç kısımlarında dertop oldun -ki haklısın, o nevresim küçük geliyordu sana. bazen baş kısmında hiç yoktun yani bir karış filan gerideydin, çok sinir bişeydi. ama o nevresim de büyük geliyordu doğru.  biliyorum biliyorum, o nevresimler hiç sana göre değildi. şu morlu pembeli takım di mi. evet bak o tam senin kalemindi. neyse bunları boşver şimdi. demek istediğim, kötü geçen günlerin sonundaki mutluluksun sen.
resmin kaynağı burası.

fakat dünya dönüyor sen ne dersen de... orta kuşak iklimin hüküm sürdüğü bu coğrafyada yine mevsimlerden bahar farketmesen de. ve artık üzerime fazla gelmeye başladın. seni suçlamıyorum, doğan bu, farkındayım.

tüm yıl senden hiç ayrılmamak için, mümkün olsaydı damda yatardım inan. hem de yıldızlar filan ne güzel olurdu lan hakkaten. ama dam yok. hem olsa da kabul edersin ki, bu şehir hayatında güvenli bir dam bulmak çok zor. para kazanmak zorunda olmasam, çoktan seninle bu kenti terkeder ve serin yayla gecelerinde kış-yaz birlikte uyurdum, biliyorsun.
üzgünüm, yine bir süreliğine ayrılmak zorundayız.

gelecek kış görüşmek üzere... 
şimdiden özlüyorum seni... 
şimdilik hoşçakal.
.
.
.
merhaba pike. naber.

23.05.2011

19: kafkaesk

1

"kafesin biri kuş aramaya çıkmış" diye bir cümleye takıldı B. okuduğu kitapta. sonra kafasını kaldırıp çevresine bakındı. trendeydi. her durakta aynı şey oluyordu; tren durduğunda, bazı yolcular bir kapıdan inip diğer kapıdan tekrar biniyorlardı. labirentli, çok katmanlı, böyle afakanlı, nası desem bitli bitli hani, bir son durağı olup olmadığı da şaibeli, kasvetli bir yoldu gidilen. uzunlamasına, daracık, basık tavanlı ve kahverengi rahatsız koltukları olan bir trendi.  trenin titrek, kirli sarı bir ışıklandırması vardı; bu yüzden içerdeki herkes buyday tenli gibiydi. yolcular pek konuşmuyorlardı, sürekli oooff off diye iç geçiriyorlardı. bir ilhan irem şarkısı dinler gibi trenin çıkardığı uğultuyu dinliyorlardı. herkesin bir iş çantası vardı elinde. kiminin çantasından, kiminin gömlek yakasından, kiminin burun deliklerinden evraklar fışkırıyordu. oturanlardan biri de kucağındaki bir evrağı ucundan koparıp koparıp çiğniyor ve neden sonra tükürüyordu. 

pencereler vardı bişey gösterdikleri de yoktu. olan ve olanaklı tüm yaşantıların grotesk bir ifadesi gibiydiler. kağıt çiğneyip neden sonra tüküren adamın yanında sakız çiğneyip neden sonra yutan bi kadın oturuyordu. onun da kucağında hindistan cevizi aromalı bir kutu sakız vardı.  adam ıslak imzalılardan da yemişse matbu zehirlenmesi geçirebilirdi bu gidişle. kadının zaten allah belasını vermiş hindistan cevizli sakızla.

kadın, bakınca hiçbir sonuç alınamayacağı apaçık belli, sorsan kimsenin ne görülebileceğine ilişkin makul bir yanıt veremeyeceği protest tren penceresinde bişey gördüğünde ara verdi sakız çiğnemeye. bi an. netice de o sakızın da yazgısı yutulmaktı bürokratik sistem tarafından. ve yeniden üretilmekti sakız fabrikası tarafından.

2

daracık bir sokakta, küçük bir arabanın içine tıkılmışlardı. birileri bunları içeri doğru tepmiş, arkalarından kapıya sırtlarıyla yüklenip iterek zorla kapatmışlar gibiydi. çünkü her memur gibi koca götlü ve koca kafalıydılar. bu durumu değiştirmek için bişey yapmak istiyor gibi de görünmüyorlardı. kadın, oooff mektup açacağı olacaktı bizde, dedi demeye kalmadı adam bir anda sıkıntıdan patladı. arabanın her yeri, kadının üstü başı evraka bulandı. "evraka! evraka!" diye bağırarak geçti ordan bir manyak. 

3

herkes gerçekten çok sıkılıyordu. ve herkes bu işin içindeydi.
-son-

22.05.2011

cannes'ın gediklisi

fenerbahçe şampiyon olur mu, olursa bu neyi değiştirir bilmiyorum. ama koca koca adamların kadıköy'ün ortasında gruplar halinde, değişik mekanları doldurup ve yer kalmayınca mekan önünde birikip büyük ekran televizyonlara trabzonspor muamelesi yaparak hep bir ağızdan bişeyler saydırmasının görüntüsü kabul edelim komik. grupça yapılınca coşkulu diyoruz buna. kaynıyor arada. neyse olsun o kadar.  ben coşkulu insanı severim.
temelde çocuksu ama neşeli hikayeler bunlar.

kim şampiyon olcak banane. 
nuri bilge ceylan son filmiyle cannes'da jüri büyük ödülünü aldı az önce.

magazin servisi: nbc ödülün konuşmasını yaparken jude law'ı gördük. bi efemine bacak bacak üstüne atmalar, bi ilgiyle dinlemeye girmeler... ne o öyle. hoş değil. yakıştıramadık.

zaruri not: fenerbaaze şampiyon olmuş anlaşılan. yalnız bu kornalara basıp basıp caddelerde, sokak aralarında ortalığı birbirine katmayı anlamıyorum canım.

bir virgül buraya,


söylem alanı başkaaa,
                              eylem alanı başka...

tekrar dene

lomburcop değildir o, cumburloptur.

18: şiir

metrosunda bir kentin
kalabalığında hem. ve 
                           belki biraz da halbuki.

bir kadın vardı, bir adamdı sağındaki.
otuzlarında olmalıydı yaşları.
omuzlarında olmalıydı başları.
gergin dudaklarından dökülen 
                                                     tekinsiz konuşmalardı

ve sulu sepken bir yağmurdu o gün 
                                                       içimize yağan.

gelgel bişey dicem.

diyorum ki yolculuk...
                elbet bir yerden bir yere.
ve geldik bak zamansız bahçelere.

ibrâhim,
ben de bilmiyorum bu şiiri yazan kim?


ne gördün o kapkara pencerede,
                                                        söyle
o kaçırdığın kışbalar, o kımıldattığın cakbalar...
ya şu şapşalca yer değiştirerek yaptığın hece oyunların?
peki gökten koala yağarken nerdeydi ağaçlar?

durdu zaman durdu dünya
üç saat sonraydı sayınca.
banyodaydı bıçak, bitmiyordu şiir
                                                        filan 
                                                                derken
demek balta çok yakıştı kafama


ibrâhim,
kırılan potların yerine yenilerini koyan kim? 

("e kim öpsün seni?" adlı şiir kitabından "potlar kırılırken oradaydım" adlı şiiri)

21.05.2011

17: pq

modern metroda, niceliksel açıdan trafiğin en sembollü zamanı. otuz yaşlarında bir p ve bir q bindi.  (p /\ q)
çatallar kapalıydı. p ve q yanyana eklemlerini kırıp oturdular. 

yeni tanışan çiftler gergin olurlar.   (birinci öncüle g diyelim)
bunlar gergin.  (ikinci öncüle yani bunlara b diyelim)
o halde bunlar yeni tanışmış.  (sonuç y olur.)

[(g => b) .'. y]

yol boyunca kendi aralarında tikel evetleme yapıyorlarsa da tümeller'e varamıyorlar. arada bir kapının üzerindeki doğruluk çizelgesi'ne bakıyorlar. içimden bi ses önerme diyor, dur şimdi önerme... bırak onlar halleder sonra.

metro penceresi karanlıksa bakınca birşey görülmez (kestirip atan öncül) 
kadın metro penceresinde gördüğüne şaşırıyor ise => 
o halde kadın ancak ve ancak deli olabilir. <=>
bir deli hiç mantıklı değildir. iki delinin kendi içinde bir mantığı var gibi görünebilir. ama uzaktan ve çok kısa bir süre.

bizim orda(de morgan köyü) "bizde banyo bıçağı var" diyene gülerler. 
kadın bunu demişse adam da gülmüştür yani, kadın da gülsün olsun bitsin efendim. olur böyle çıkarımlar takılmamak lazım.

son olarak öpüşmenin değillemesini almayı unutmayalım 

(pq = ~ö)

19.05.2011

16:4

metroda bi kadınla bi adam. orda bi tip. bunları izlemeye başlıyor. kadınla adam kırmızı metro koltuklarına oturuyorlar. bebek kakası kokusu bu metroda yok. kullanılmış metro. metro dolu. ayakta olanlar oturanlar soldan sağa. en önde ortada oturan, işaret parmağı ve orta parmağıyla yerden destek alıyor. oturan grupta ama çömelmiş evet. futbolcudur bu. neyse yaa. kadınla adam. az konuşuyorlar daha çok etrafa bakınıyorlar. yolcularda her durakta biraz daha azalmakta.

kadın karşıdaki metro camına bakıyor bir daha bakıyor. sanki gördüğüne inanamıyor. enteresan gerçekten. yanındaki adam bu tuhaflıktan bihaber.

kadınla adamı, bundan üç saat önce metroda izleyen tip tekrar sahnede. nası başarıyosa, bunların içinde olduğu arabanın yanından geçiyor. takip mi ediyor ne. kadın bişey söylüyor, adam gülüyor. izleyen dinliyor.

16.05.2011

çiğnemeden yutma artık!

gastrit olduğumu öğrenen annemin öğüdü. haykırışı. isyanı. sigarayı çayı kahveyi de azalt tabi ama...

15.05.2011

15: yükleme kimden ötürü sorusunu soruyoruz

taksim-maslak istikametindeki zincirleme isim tamlamasına bindiğimde, cümledeki vurgu zarf tümlecindeydi. öyle ki, yükleme nasıl sorusunu sorduğunuzda kalabalık, ne kadar sorusunu sorduğunuzda çok yanıtını alırdınız. yolcular arasında, gergin sıfatını yakıştırabileceğiniz, yeni tanışmış olmasalar bile "gibi" bağlacıyla tasvirinizi güçlendirebileceğiniz birileri vardı. yükleme, özneyi bulmak için kimler vardı diye sorarsanız bir kadın ve bir erkek yanıtını alırdınız. durakları geçtikçe yolcular azalıyordu, cümlesi ise basit cümle olurdu ama çok da  doğruydu.

bir süre sonra kadın, tam karşısındaki dolaylı tümleçe baktı. (nereye > pencereye) orada gördüğü bu hikayenin ya gizli öznesi ya da belirtisiz nesnesiydi. kadın, gördüğüne sıfat-fiilde şaşkın, adamsa yalın haldeydi. 

üç saat sonra, sert sessizlerin bile yumuşadığı bir iklimde, benim için artık çoktan 3. çoğul kişi zamiri olan onlara tekrar rastladım. bu defa edilgen çatılı bir fiilde oturuluyordu. mastar eki'nin de iyelik eki'nin de yok zamanıydı. erkek çocuklara edat isminin koyulmasının nedeniyse, s harfindeki görece kıtlıktı. madem öyle, bütün buralar da hep dutluktu. kadın adama içinde banyo bıçağı geçen belirtisiz isim tamlamalı bir cümle kurunca adam da bu cümledeki anlatım bozukluğuna güldü. ayrılırken herhangi bir çekimli fiile başvurmadılar.

14: nîdâ

hımm... ne? ha! hımm... oo! yea.. hımm...
aa! ama? tüh! püf...
höö? vay be! yuh! hehe.. hihi.. no mucuk no mecik.

14.05.2011

13: arka kapak

rober ödüllü artistik ehliyeti sağlam usta yazar Sıyrıq, yine bizi imgelem denizinde alegorik bir yolculuğa çıkarıyor. yazarımız bu kez kalemini bir yolculuk hikayesi için konuşturmuş, coşturmuş ya da oynatmış. nası seviyosan. 

yeni tanışmış bir kadınla bir adamın metroda başlayan psikolojik gerilimi, usta yazarın görkemli ve şenlikli anlatımıyla evrensel bir hikayeye dönüşüyor ve okuru kıskıvrak yakalıyor. karakterlerini gündelik yaşamın hayhuyu içinde tasvir etmeyi seven yazar, yine adeta tanıdığımız bildiğimiz belki de kendimiz iki evrensel tip yaratmayı bilmiş.

kitabın gizemi, kadının metro penceresinde görmeyi başardığı... 
son bölümde, mekan değişiyor kadınla adama bir otomobilde rastlıyoruz.
bu kitap, tekrar tekrar okunabilir, her okuyuşta farklı bir bakış açısı yakalanabilir bir biçem araştırması aynı zamanda.


"iki insan, iki mekan, bir gizem, bıçak gibi bir son ve başdöndürücü bir hikaye..."
Publishers Weekly

.
"her romanın finalinde öpüşme isteyen okurlara tokat gibi cevap!"
Times

.
"sıçırtıcı ve körükleyici ! ! ? ? ! ?"
Daily Maily

.
" ebenin amı  "
scrat

12: kafiye olsun diye değil

taksim-maslak metro hattında, hem de o kalabalıkta. bir adam bir kadınla ikisi de otuz yaşlarında. oturuyorlar boş buldukları koltuklara yanyana. gerginler bu buluşmada. birbirleriyle az konuşmada. durakları geçtikçe yolcular azalmakta.

kadın karşısındaki pencereye bakmakta. baktığı yerde ne varsa şaşırmakta. söylemiyor yanındaki adama da. huzursuz bir tavırla bacaklarını kımıldatmakta. bişeyler var bu kadında ne ama?

aynı çift üç saat sonra bir tane arabada, bir tane anadolu yakasında ve bir tane de sokak arasında. arabanın açık camından duyuluyor konuşulanlar da. kadın diyor ki, bizde derby var banyoda. naapsın gülüyor adam da. ayrılırken mfö çalıyor radyoda.

12.05.2011

ssklı prenses

Endoskopi sonucu: gastrit.
amaaan gastrit mi, koy götüne çağın hastalığı. 
Kan alınırken kendini deney hayvanı gibi hisseden, iki tüp kanı gidince kovalarca kan kaybetmiş gibi tribe giren hatta ağlamaklı olan burcu, dün endoskopi sırasında, kurbanlık koyunluksa işte bu, dedirten bir yöntemle midesine baktırdığında gıkını çıkarmadı. gık demedi yaa. demek ki hikaye büyük olunca nası siniyosun, nası ağlamayı filan bile unutuyosun. bi sorsalar benden başka kimler bu işin içinde, malı kimden alıyoruz filan hepsini söylüycem, en güzel hikayemi yazıcam oracıkta, isimse isim adresse adres. tüm bildiklerimi anlatıcam o kıvamdayım orda.  nerde o kan alınırken ağlayan prenses? nerde o kırılganlık, hassaslık? yaa bırak, allahın ssklısı. doğru dur len!
midemden parça alıp almadıklarını bile hissetmedim. verdim kendimi teoriye. kafama bağlayıp ağzıma taktıkları  hannibal kelepçesine benzeyen plastik şeyle iki büklüm yatarken ve sonra midemde siyah sert bir borunun dolaştığını hissederken aklımdan geçeni hatırlıyorum, bir slogan: "insanlık onuru işkenceyi yenecek." can havliyle kafa te nerelerden çağrışım yapıyo bak. o üç-beş dakika süren işlem sırasında insanın insana, bilinçli bir şekilde acı vermek için şu anda bana yapılan şeylerin daha beterlerini yapabildiğini düşündüm bayaa böyle ciddi.  hikayeyi kitaplardan okumaktan, birilerinden dinlemekten öte kavradım. tam saldırganlığın, sadizmin, şiddetin insan doğasındaki yerine eğilecekken doktor boruyu çıkardı, geçmiş olsun dedi.
Yarım saat kadar sonra midemin 6 kare fotoğrafının olduğu raporu elime alınca refakatçim kardeşimle anlamaya çalışarak baktık. Kızkardeşim, ailenin refakatçisi olduğu için yaşı küçük ama elinden böyle ne raporlar geçmiş bi insandır. Yine de sakalı yok tabi. Çıktık hastaneden yürüyoruz rapora bakıp canı sıkkın bi havada dedi ki:  
-         abla midenin rengi iyi değil, çok kırmızı bu. Normali pembemsi bunun.
-         Yok bee, o bişey değildir, makinenin renk ayarlarındandır, açmışlar rengi.
-         Öyle mi diyosun... bilmem.... abla? abla nnnn’apıyosun ya?
abla sigara yakıyo, ne? kızma bana, efkarlandım be çocuk.
***
Bugün 6 vesikalık mide fotoğrafımı doktoruma sundum. baktı, “burcu durum vahim. Miden kıpkırmızı, şu renge bak, tahriş olmuş iyice” dedi. dediği anda o raporda 6. mide fotoğrafının hemen yanında 7. bir vesikalık olarak kızkardeşimin yüzü oluştu. Verdiği pozda bir “ben demedim mi” ifadesi vardı. Ya da “bok iç” olabilir, emin değilim.
doktor ilaç yazarken ben medikal cihazlardan çıkarılan  renkli raporlarda bir renk standardı varmış demek diye düşündüm.

11.05.2011

11: sorgu

- o gün maslak istikametindeki metro ne zaman geldi?
- hatırlamıyorum.
- malum metroda çok yolcu var mıydı?
- insan kaynıyordu.
- birileri dikkatinizi çekti mi?
- otuz yaşlarında bir kadınla bir erkek.
- hal ve tavırlarından aklınızda neler kaldı?
- aslında gayet normal yanyana oturuyorlardı ama  ilk ya da ikinci buluşmalarıydı sanki, çünkü gergin gibiydiler ve az konuşuyorlardı. aslına bakarsanız kadın da vardı bir tuhaflık...
- nasıl bir tuhaflık anlatın lütfen heyecanlı oluyor.
- kadın yolculuğun sonlarına doğru, karşıdaki pencerede bişey gördü. ki bu çok saçmaydı. 
- neden saçmaydı?
- metro penceresinden söz ediyoruz, karanlıktan başka ne olabilir ki orada?
- devam edin lütfen çok iyi böyle.
- bişey görmesi yetmiyormuş gibi, gördüğüne de şaşırdı bu deli.
- ne görmüş olabilir sizce?
- bilmiyorum. merak etmedim değil ama o pencere görüş alanımda değildi. göremedim.
- enteresan... başka?
- bu konuda eyyorlamam bu kadar.
- anlıyorum. peki bu tipleri tekrar gördünüz mü?
- evet, maalesef aynı gün üç saat kadar sonra.
- nerede ve nasıl gördünüz?
- anadolu yakasında bir arabanın içinde konuşuyorlardı.
- konuşulanları duydunuz mu?
- evet kadın banyo bıçağından bahsetti adam da güldü.
- banyo bıçağı mı?
- evet! ben demiştim efendim kadın deli. neyse. bu konuşmadan sonra vedalaşıp ayrıldılar işte.
- teşekkürler. bir süre yurtdışına çıkmayın, gerek duyarsak tekrar bilginize başvuracağız.
- hay hay.

10: şahit mahit yazarlar

efendim? evet, o akşam taksim maslak hattındaki metroda ben de vardım. saati tam olarak hatırlamıyorum ama akşam vaktiydi çünkü kalabalıktı. trafik mi? tabi ki yoğundu, siz nerde yaşıyorsunuz kuzum? bir kadınla bir adam mı? iyi de nerden biliyim etraf bi ton "bir kadınla bir adam" kaynıyor. yeni tanışmış gibi gergindiler ha? hımm.. az konuşup daha çok çevrelerine bakınıyorlardı demek... bilmem ki... ben yabancılarla göz kontağı da kurmam ki zaten, ayaklarıma baka baka giderim hep. öyle seviyorum.

kadın karanlık pencerede birşey görüp şaşırdı öyle mi? bilmem, hiç dikkatimi çekmedi. ee, peki ne var ki bunda?

pardon? bu kadınla adamı üç saat sonra tekrar mı görmüşüm? sizi temin ederim neden bahsettiğinizi bilmiyorum bayım. 
benimle işiniz bittiyse... 
bir istirhamım olacaktı müsaade ederseniz arzedeyim efendim evet şu elimde görmüş olduğunuz derby banyo ile traşınız... aslında bi dinleseniz.

9: müdürce

yine bir çatışmanın ortasındayken, bir şekilde izimi kaybettirip attım kendimi bir trene, zaman sağ-sol kavgasının en şiddetli zamanı. nefes nefese nerdeyse ölürcesine çöktüm bir koltuğa. gençten bir kadınla adam içeri girercesine, boş koltuklara otururcasına. takip edilmediğimi anladıktan sonra bunlar benim ilgimi çekercesine. ikisi de alabildiğine gergincesine ve yasaksavma mantığıyla aralarında konuşurcasına. durakları bir bir geçerken yolcular da bir bir azalırcasına. 

baktım ki, kadın bir ara karşısındaki pencereye bakarcasına. ne gördüyse kadının formatı değişti birden. sonra arada bir yasaksavma düşüncesiyle pencereye bakarcasına.  alabildiğine şaşkın. adamsa alabildiğine gönüllülük temelinde bekler gibi yolculuğun bitmesini. o  zamanlar bana sarı diyorlar, deli diyorlar çünkü ben hep mücadelede ön saflarda.

üç saat sonra, aynı çifte bizim gizli karargahın yakınlarında denk gelircesine. şaşırdım  dünya küçükçesine. bir özel mülkiyetin içinde oturuyorlardı, yanlarından geçercesine giderken duydum ki kadın, banyoda satır olacaktı, dedi. tiiiiii.... devrimci kulaklarımla duydum yemin edercesine. alabildiğine güldüler sonra. ayrılırken de kafa tokuşturmuşlardır bunlar.


10.05.2011

8: rengaa rengaarenk

metroda parlak kıpkırmızı koltuklardan birine yerleştim. kemik rengi çoraplı, fındık rengi papuçlu ve yine fındık rengi üçgen bir sırt çantası olan haki yeşil elbiseli bir kadın girdi içeri, peşinden koyu yeşil spor bir ceket içine mavi gömlek giymiş bir adam. karşımdaki boş kırmızılara oturdular. aralarında sakin sarımtrak konuşmalar yaptılar.

bir süre sonra kadın karşısındaki kara pencereye bakıp alı al moru mor bir şaşkınlık yaşadı, devamında kaçamak bakışlar attı aynı noktaya. yanındaki adama da göstermedi gördüğünü. halbuki türk filmlerinde çiftler orda burda kırlarda filan hep birbirlerine bişeyler gösterirlerdi. gerçi arkada da neşeli bi müzik de olurdu böyle zamanlarda, metroda robotik durak uyarılarından başka ses yoktu. kadın kemik rengi bacaklarını oynatıp durdu oturduğu yerde. 

üç şehir grisi saat sonra, bir araba içinde karşıma çıktı aynı çift. yeşil bir evin önünde. yanlarından geçerken duydum kadının sesindeki laciverti, "bizde banyo bıçağı olacaktı" dedi. bunun üzerine birlikte güldüler beyaz beyaz. ayrılırken renk vermediler.

9.05.2011

7: fablımtrak (ya da barakanın civcivleri)

kalabalık civciv sürüleri, yeraltından giden metal solucana doluştu. gün boyu işleyip ışıldadıkları farklı kafeslerden ekonomiye can vermenin şuursuzluğuyla çıkmış, dinlenmek ve ertesi gün tekrar ışıldamak üzere ev-kafeslerine doğru gidiyorlardı. aralarında bir dişi civciv ve bir erkek civciv dikkatimi çekti. henüz çiftleşmedikleri* ama çiftleşmeye** çalıştıkları her hallerinden belliydi. ikisi de ilgiyle diğer civciv kardeşlerine bakıyorlardı. 

hızla yol alan metal solucan dura dura bazı civcivleri dışarı kusuyordu. dişi civcivle erkek civciv hala içerideydi. bir ara dişi civciv solucanın saydam derisinden yansıyan birşey gördü ve civcivik bir şaşırma yaşadı. erkek civcivin yansımayı görüp görmediği muamma. 

üç saat sonra bu dişi ve erkek civcivi ilk karşılaştığımız yerden çok uzakta bir yerde tekerlekli bir mukavva içinde tekrar gördüm. yanlarından geçerken duydum mukavva deliklerinden; dişi civciv ciyk ciyk ediyordu. erkek civciv civciven bir şekilde gülümsedi. ayrılırken birbirlerini gagalamadılar.

*   çiftleşmek: çift olma, sevgili olma. sulandırmayalım. 
** ayrıca insan olma, lafı götünden anlamama anlamları da vardır.

6: kehanet

metroya bindiğin zaman -ne zaman- zamanı geldiğinde anlayacaksın kendiliğinden, yolcuların arasında bir kadınla bir erkek göreceksin -hangisi nası anlıcam- gergin olacaklar, az konuşanlar işte onlar. yolcular azalmaya başlayacak giderek. kadın karşı pencerede bişey görecek ve çok şaşıracak -nerden belli- yüz ifadesinden belli olcak aptal mısın sen, neyse kadının gördüğünü sende göreceksin. adamsa kendi halinde olacak. 

aynı gün içinde onları tekrar göreceksin, üç vakte kadar. üç saat mi deseeem, üç gün... yok aynı gün dedik di mi neyse unut bunu. üç saat sonra anadolu yakasında olacaksın bir sokak arasında yürürken kadınla erkek tekrar karşına çıkacak. bir arabanın içinde olacaklar, yanlarından geçecek ve kadının şöyle dediğini duyacaksın: "banyo bıçağı" -bu ne be!- buyu neyi beyi bırak şimdi. onlara şu mesajı iletmen gerekiyor: "şimdilik öpüşmeniz sakıncalı"

(bkz: başlangıç)

5: rüya

güya metrodaymışız. içerisi öyle aydınlık ki sanki nur içinde... metronun pencereleri adeta ayna olmuş eşref-i mahluku gösteriyor. 
daha önce hiç görmediğim bir kadınla bir erkek dikkatimi çekiyor. yanyana oturuyorlar. diğer insanlar flu, belli belirsiz böyle. bu çifte bakınca nası desem sanki bi gerginlik var hallerinde. 
sonra yolcular nası oluyorsa birden yokoluyor. biz bu çiftle bir kaç kişi daha kalıyoruz metronun içinde. sonra ne oluyosa kadının karşı pencerede bişey gördüğünü ve çok şaşırdığını farkediyorum. böyle ruhsal olarak sanki transendental bir yolculuk yapıyorum (elimde de akaşa yayınlarından üçüncü göz adlı bi kitap varmış bak bak) bedenimden çıkıp kadının kafasının üstünden bakıyorum onun baktığı yere, şaşırdığı şeye...
tam görecekken rüya bu ya, hooop birden zaman mekan değişiyor. aynı çifti bu sefer bir arabada görüyorum, ben yanlarından yürüyerek geçiyorum, kadın banyo bıçağından bahsediyor. şu rüyalar ne tuhaf oluyor! bilinçaltımda sembolik bişey midir acaba banyo bıçağı? 

kadınla adam vedalaşıyorlar, öpüşmek üzere yaklaşıyorlar birbirlerine, 
tam öpüşecekleri sırada uyandım. hayırlara gitsin. 

(bkz: başlangıç)

4: benjamin button

öpüşmediler ayrılırken ama ondan da önce -artık ne konuşuyorlarsa- kadın "bizde banyo bıçağı vardı" gibisinden bir laf etmişti. bir arabanın içindeydiler, adam kadını evine bırakmıştı.

üç saat önce, adam kendi halinde otururken kadın karşısındaki pencereye kaçamak ve şaşkın bakışlar atarken dikkatini çekmişti.

yolcular giderek artarken kadınla adam çevrelerindeki insanlara bakıyorlardı. birbireriyle az konuşuyor olmaları ve hallerindeki gerginlik yeni tanıştıklarını gösteriyordu. yanyana oturuyorlardı. adamla kadın otuz yaşlarındaydılar, hepimiz metrodaydık taksim-maslak hattında.

(bkz: başlangıç)



3: litotes (özetin özeti)


kalabalık bir metrodaydık. bu kalabalığın içinde yeni tanışıyor gibi görünen bir kadın ve adam da vardı. kadın karşısındaki pencereye bakıp duruyordu. üç saat sonra onları tekrar gördüm, hareketsiz bir arabanın içindeydiler. kadın bir bıçaktan bahsediyor, adam gülümsüyordu. kadın arabadan indi, öpüşmemişlerdi.

(bkz: başlangıç)

2: çift dikiş

taksim-maslak hattı ve güzergahında giden metroda ve de trende, trafiğin civcivli ve kalabalık bi zamanı. otuz yaşlarında ve ancak otuzlarında bir kadınla arkasından ve hemen peşinden bir adam bindi. karşılıklı bakan yanyana ve bitişik koltuklara oturdular. ikisi de gergin ve tedirgin gibiydi. yeni tanışıyor ya da yeni buluşuyor olmalıydılar. birbirleriyle az ve kesintili konuşuyorlar, daha çok oturan ve dikilen yolculara ve insanlara bakıyorlardı. durakları ve istasyonları geçtikçe ayaktaki yolcular azaldı ve seyrekleşti.

bir süre sonra kadın, tam karşısındaki ve de önündeki pencereye baktı, orada ne gördüyse ve algıladıysa gördüğüne epey ve de bir hayli şaşırdı ve gerçekten hayret etti. yanındaki adama da söylemedi bunca şaşırdığı şeyi ve her neyse onu. dikkat ettim, kadın bundan sonra  karşısındaki o pencereye kaçamak ve kısa ve gizliden bakışlar atmaya devam etti. bacaklarını ve de desenli dantelli kemik rengi çoraplı bacaklarını kımıldatıp durdu ikide bir ve durup durup.  adamsa sağa sola ve etrafa bakınıyordu öylesine.

üç saat sonra ve yüz seksen dakika geçince, aynı çifte ve kadınla adama  anadolu yakasında ve tarafında bir sokak arasında, bir arabanın ve de özel aracın içinde otururlarken rastladım ve tesadüf ettim. adam kadını evine ve de yaşadığı yere bırakıyordu. konuştuklarını duydum ve işittim. kadın evinde derby traş bıçağı olduğunu ve bulunduğunu söyledi. bunun üzerine ve bu sözden sonra adam gülümsedi ve de tebessüm etti. kadın da güldü kendi dediğine.  ama ve lakin ayrılırken ve de vedalaşırken öpüşmediler dudaktan ve ağızdan.

(bkz: başlangıç)

1: notasyon (ya da başlangıç)

hazırsanız başlıyorum.
zamanında raymond queneau'nun yaptığı bir çalışma. armağan ekici çevirmiş türkçeye. bir hikaye parçasının 99 değişik biçimde anlatılmasına dayanan gayriciddi bir dilbilim kitabı bu. sonra bizde ferit edgü'de yapmış. ben de yapçam. ne be! çok eğlenceli.

nebula'da biçem alıştırmaları etiketiyle yer alacak bir yazı dizisi/oyun/eğlence bana. umarım okuyanlara da.

***

taksim-maslak hattı metrosunda, trafiğin civcivli zamanı. otuz yaşlarında bir kadın ve peşinden bir adam biniyor. sırtını pencereye vermiş, boydan boya karşılıklı yerleştirilmiş koltuklardan boş bulduklarına yanyana oturuyorlar. ikisi de gergin gibi. yeni tanışıyor olmalılar. birbirleriyle az konuşuyorlar, daha çok çevrelerindeki yolculara bakıyorlar. durakları geçtikçe ayaktaki yolcular azalıyor. 

bir süre sonra kadın, tam karşısındaki pencereye bakıyor, orada ne görüyorsa gördüğüne epey şaşırıyor gibi. yanındaki adama da söylemiyor ne gördüğünü. arada bir karşısındaki pencereye kaçamak bakışlar atıyor ve bacaklarını kımıldatıp duruyor ikide bir. adamsa kendi halinde...

üç saat sonra, aynı çifte anadolu yakasında bir sokak arasında, bir arabanın içinde otururlarken rastlıyorum. adam kadını evine bırakıyor gibi. arabanın yanından geçerken açık camdan duyuyorum; kadın diyor ki, "bizde derby banyo bıçağı olacaktı". adam gülümsüyor, kadın da gülüyor dediğine. ama ayrılırken öpüşmüyorlar.