belli başlı olaylar ve hatırlamaya katlanabildiklerimiz haricinde ergenlik çağımızı tüm detaylarıyla hatırlayamayız. evreni sarmış olan ihtişamlı düzen ve ahenk buna izin vermez. çünkü bütün şapşallıklarımızı hatırlasak bu acıya daha fazla dayanamaz kendimizi öldürürdük. şüphesiz ki tüm bu mükemmel evren, yörünge sistemleri, güneş, ay, yunuslar ve tüm bu dekor, biz kafamıza göre terkedip gidelim diye yaratılmamıştır. hım? tanrının, sıfırdan yaptıklarıyla ilgili nedense takdirimize ve tezahüratımıza ihtiyacı var farkındaysan. tuhaf değil mi lan. herneyse burcu.
dün bir vesileyle, zihnimin ergenlik yıllarına ait tozlu raflarından, unutulmaktan tanınmayacak hale gelmiş bir hatıramı çekip çıkardım bilince. hatıram, bir gizeme dairdi. (burda gizemi, ergen dimağına göre düşünücez.) şimdiki bilincimin taze ve nemli havasında, hatıraya ilişkin tüm görüntüler, kokular, sesler bugünmüş gibi canlanıverdi birden.
17 yaşındayız, o sıralar henüz teoman 17'yi bestelememiş.
scratla takılıyorduk. ta dibine kadar ergendik. birlikte değilsek, genellikle odalarımızdaydık. özellikle kız ergenlerde oda çok önemlidir. bir kız ergenin odası onun tapınağı gibidir. o tapınak ki, hem isyana hem arınmaya tanıklık eder. hem edepsiz düşüncelerin güzergahı, hem gizli planların karargahıdır. ve illa bi duvarında, bi mantar pano asılıdır. o dönem öyle bir mantar pano hastalığı oluyor. ona ilham veren sözler, onu ifade eden bir kaç fotoğraf, komik şeyler ve belki iş olsun diye asılmış bir ders çalışma programı.
|
andrea joseph |
benim panom hayatıma yön verecek özlü sözler, kitaplardan altını çizdiklerimle dolup taşıyordu. o sıralar anna karenina'yı filan okuyordum, genellikle rusyadaydım. -izmleri anlamaya çalışıyordum, varoluşçuluğa batmıştım. ilerde büyük bir roman yazacaktım. rahatsızdım, hassastım, hisliydim.
hayatı anlama sistemim, sormak yerine yanıtı kendi kendime bulmaktı. bu sistem beni çok yordu. zaten bir türlü gelemediğim asıl hikaye de bununla ilgili.
scrat'ın koyu mavi bezli panosunda bir kaç özlü söz, okumak istediği kitap isimleri, bir kaç fotoğraf, komik suratlar, birbirlerine karışmasınlar diye raptiyelere takılıp sallandırılmış kolyeler, küpeler(iyi fikir) vardı.
aramızda suratsız, sevecek bişey bulamayan ve dayaklık olan bendim. scrat hep daha neşeliydi, sevgi filan doluydu bu. birbirimize gider gelir, odaya kapanır çene çalardık. bi ara küsmüş olucaz ki ben epey gitmedim scrat'a. neden sonra gittiğimde panosunda eski bir fotoğraf gördüm. dikkat çekici bi manasızlığı vardı.
koşan bir inek fotoğrafıydı bu.
siyah beyaz, eski fotoğrafların bazılarında olduğu gibi beyaz tırtıklı çerçeve içine alınmış, çayırda koşan bir inekti. ön ayaklarından biri tam havada diğeri yere yeni inmiş, inek ciddiyetiyle fotoğrafa bakana doğru koşuyordu. gayri ihtiyari scrata dönüp sordum:
- bu ineği niye astın buraya?
işte o anda scrat, aptal bir inek fotoğrafının benim için yıllarca bir gizem olarak kalmasına neden olacak yanıtı verdi:
- çünkü romantik.
iki sözcük. "çünkü romantik."
romantik? bi daha baktım ineğe. nesi romantik? ulan ben bu kadar kitap okuyorum, altını çiziyorum, -izmlere batmış durumdayım da şu inek fotoğrafında varsa bi romantizmi göremeyecek miyim yani? kendime yedirip soramıyorum,
"sence neden romantik?" diyemiyorum. mevzunun çevresinde dolanıyorum
"nerden bu fotoğraf?" diyorum, dedesinin bahçesindeki ineklerden biriymiş. izmirin göbeğinde bayraklı'da bahçe mi varmış. varmış tabi, sonra oralar hep apartman olmuş. çocukken yazları o bahçeye giderlermiş filan
"ama şimdi bunları boşver"miş.
o günden sonra bir daha sormadım scrata ineği. verdiği gizemli yanıt, bi anda scrat'ı benden daha sanatçı ruhlu, daha derin, daha ilgi çekici kılmıştı gözümde. fotoğraftaki romantizmi anlayamayan sığ yüzümü görsün istemiyordum.
o inek o panoda yıllarca durdu. çünkü bir ergenin büyümesiyle panosuyla ilgilenmesi arasında ters korelasyon vardır.biz büyüdükçe panonun hayatımızdaki yeri küçülür, hatta yıllarca güncellenmez.
scrat'ın odasına her girdiğimde o koşan inekle mutlaka göz göze geliyordum. bazen scrat, içecek bişeyler getirmek için beni odasında tek başına bırakıyordu ve o zaman panoya iyice yaklaşıp ineğe bakıyor ve kâh kısık sesle kâh içimden soruyordum:
-niye romantiksin senn?
-senin neyin romantik?
-romantiklik kim sen kim?
bu gizem olduğu gibi kaldı. biz büyüdük, dünya kirlendi. scrat odasının dekorasyonunu değiştirdi ve o artık hiç güncellemediği, bakmadığı panoyu da attı. ineğe ne oldu bilmiyorum ama artık inek yoktu. göz görmeyince gönül unuttu. ineği de, fotoğraftaki gizemi de.
iki yıl önceydi sanırım. yaşım olmuş 29. aradan geçmiş 12 sene. eskilerden konuşuyorduk. odalarımızın en eski hallerinden filan. birden koşan inek geldi aklıma, scrat da hatırladı fotoğrafı. eski sistemi kullanmayı bıraktığımdan gayet doğal ve sakin sordum:
burcu: scrat, o inek fotoğrafının nesi romantikti?
scrat: romantik mi?
burcu: öyle demiştin, hatırlamıyor musun. sana sormuştum nerden çıktı bu inek demiştim sen de çünkü romantik demiştin.
scrat: ay öyle mi demişim?
burcu: eveth!
scrat: kızım öylesine demişimdir...
burcu: "öylesine" mi demişsindir?
scrat: ergendik burcu. ne dediğimizi biliyo muyduk? allahallaa ben de bi tuhafmışım hahahah.
burcu: ... !?
scrat: ne bakıyon be öyle? sende bi boku hatırlamazsın da bu mu kaldı aklında?
burcu: ben yıllarımı verdim ulan o fotoğrafa. vereceğin yanıt bu mu? bari "çocukluğumu hatırlatıyordu ondan romantikti" de. yazıklar olsun scrat, ben gidiyorum!
scrat: ne? dur be manyak. biran duruyo hem!
burcu: bırak yaa, yedin gençliğimi. sen iç onu da.
keşke scrat koşan ineğin fotoğrafını bulsa da, tarasa da, gönderse de ğil mi. ;)