28.01.2011

bırak dağınık kalsın

eskiden başladığım kitapları yarım bırakmıcam takıntım vardı, arkamdan ağlar mıydı öyle bişey. yavaş yavaş  attım o tamamlayıcı ruhu üzerimden. neden. çünkü insan ömrüyle ters korelasyon.

27.01.2011

bi yapmayın bana hayatın gerçekleri

yaa ben belki kafayı başka yerlere götürüp orda tutmaya çalışıyorum?

hayatın gerçekleri içinde ben
çocukların mahallede kavga döğüş oynadıkları futbol topu gibi düşün mesela benim kafayı (yukardaki). arada fırsatını buldu mu kaçıyor hoyrat veletlerden, caddeye atıyor kendini ya da çatıya, ne biliyim yan bahçeye. yani olabilecek en uzağa...  fakat boşa çaba. kaçacak yer mi var. bi münasebetsiz bitiveriyor oracıkta. seke seke ayaklarının dibine gelen, hayatın tozuna çamuruna doğuştan, çoktan ya da zaten bulaşmış bu zavallıya ayağının içiyle bitttane koyup tekrar oyuna sokan adam olmalara dayanamıyor. illa gelişine vurcak.

ki bak bir ara nerdeyse başarmıştım da. mahalleden çıkıp cast away adasına kadar gittiydim ıssız mıssız, sahilde bi aşşa bi yukarı yuvarlanır giderim; yaşam bir yol, kah uçurum kah ada filan düşünürüm biraz.  dedim. demeye kalmadııı orda da chuck diye bi manyak çıktı ya işte, izleyenler biliyo gerisini.

adada bile huzur yok aq

22.01.2011

terso

"bu evrende bir tozsun tarih seni unutsun haydi gel içelim"

pöf.
günler çok fazla birbirine benzemeye başladı bu ara. şarkılar hep aynı. kitaplar çantamda benle dolaşıp duruyorlar. filmler keyfimi bekliyor. haberlerde bişey yok. uğur dündar yüzünün ve boynunun sarkan kısımlarını kafasının arkasında toplayıp medikal mandallarla tutturuyor olabilir. -bi düşün bunu. kesin öyle demiyorum canım. ama mesleği gereği kendisini hiç arkadan görmüyoruz yandan bile gördüğümüz yok. hep cepheden. tamam bir zamanlar görüyorduk ama eskidendi çok eskiden. geliyor sezen aksudan. o şarkı çok moral bozan. onu da yazmış o bilmiş mungan. bakıyorum da etrafımdaki insanlara, herkes de bok gibi yalnız biliyo musun. ve bi bana bıraksalar düzeltirdim cinnet dediğimiz doğa olayını, geçirilen bişey olmalıyken ısrarla "getirilen" olarak kullanma yanlışını. "cinnet getirmek." ilk kim getirmiş. gidip de dönen var mıymış bakalım. cinnet nöbet geçirmek gibi ani bir oluşumsa niye getirilsin. nerden getirilsin. o halde tüm nöbetler de tutulsun hadi. buna paralel olarak  "kendini intihar etmek" deyimi de hala tedavülde. ısrarla cümle içinde kullanacaksan, ya kendini öldürmektir ya intihardır o. intihar etmek eylemi zaten  içinde bir kendilik taşır. daha neyine kendini intihar dersin buna. şimdi konu oraya da gelmişken intiharı hayattan kaçmak diye alırsan hiç anlaşamayız zaten. yaşamın biricikliğinin, kısalığının ve güzelliğinin farkına varıp gündeliğin saçmasapan manyaklığına kendini uyduramayınca vazgeçmektir o. gereğini layıkıyla yapamadığını ve yapamayacağını anlayanlardır hep o terkedenler. "dayanılacak gibi değildi bu özgürlük." hiç unutmam işte böyle dediydi beğenmediğin zebercet. giderayak. bak başladı yağmaya. "inanılmaz kiyifli" bişeyler yaşayan insanlar mesela. onlara tavım zaten ezelden. bu bişeyleri inanılmaz kiyifli yaşayanlar için muhteşem planlarım da var ama imkanlarım sınırlı. içki sınırsız. içki de olmasa tipini ziktiğimin dünyasında nasıl durucan dengede? zaten geoid. dünyanın kutuplardan tava yemiş, ekvatordan fırtlamış tombalak şekline geoid denir. madem yaşıyoruz, eksen eğikliğinin sonuçlarına da katlanıyoruz tabi ama akşamları iş çıkışında bekleyen bir sevgilisi yoksa insanın, sorgulansa bile o yaşam yaşanmaya değmiyor sokratesim. birbirimizi kandırmayalım. ki şu aralar hayatımda bir sevgilim olmasını sırf gelip beni iş çıkışımdam alsın diye istiyorum. aşşaada beklesin iki dakka. bir de beni gördüğü gibi gözleri parlasın. ben de bu tablo karşısında coşayım koşayım merdiveni pata küte ineyim ve hatta dayanamayıp kalan üç merdiven basamağının üzerinden uçayım ona. tokuşalım. ayaküstü nabo iyo yapalım ve benzeri. böyle olunca günler çok fazla birbirine benzemeye başlasa ne gam. sevgi herşeyin üstesinden gelir çünkü.
şu şarkıyı bak bi dinle. nası.
demek okudun sen bu kitabı, e ben anlamadım bişe.
sence başka türlü olsa yine de karşılaşır mıydık.
bilmem.
ben de seni.
film başlıyo hadi.
haberleri açsana, ne diyo.
aman uğur dündar'dan bize ne.
pöf.



ibrahim, sen de bırak o elindeki baltayı.

21.01.2011

bir takım unutulmayan sahneler

 (sideways)
adama, çoook özel bir an için sakladığı "1961 Cheval Blanc"ı, bir fast-food restoranında, alelade masalardan birinde, kartondan çılgın bir bardağa doldurtup, yalnız başına içirtir bu hayat.
- ki öyle bi hayattır yani.
sen gülümseyerek, eğlenerek ve gardını almadan izlerken bir anda gözlerini dolduran filme iyi film denir.
bir anda gözlerin dolmasına ani keder basması denir.
ani keder basmasından muzdariplere "ay n'oldu sanaaa,  kıyamam" denir.

19.01.2011

şaşırmış

bana diyorlar ki, "bişeyler ya da birileri hakkında tuhaf tanımlar yapıyorsun ve bu yetmiyormuş gibi gruplandırıp ayırıyorsun da. bilinen haliyle dünya, bu yaptıklarını yanına bırakmayabilir."

- "dünya nasıl olması gerekiyorsa öyle" boşversene, diyerek pavese'ten bir alıntıyla artistik bi yanıt yapıştırsam da  yapılan uyarıları ciddiye almıyor değilim. fakat bir yanım da haksızlığa uğramış gibi. kırık dökük ve paramparça. değindiğim konularla ilgili bir ilmihalim olsaydı mesela. demek istediğim sakalım yok ve sözüm dinlensin diye o kadar da değil.

noktasına, virgülüne dokunmadan, bıraksa sakalı olabilecek ama muhtemelen sinekkaydı yüzü limon kolonyası kokan bir amcamızın vakti zamanında gerek duyup yazdıklarını buraya olduğu gibi alıntılıyorum:

"islamiyette her kadının hayız, lohusalık ve temizlik günlerini, bunların sayısını, zamanını bilmesi gereklidir. kadın delirse veya baygınlık geçirse, yahut ilgisizliği nedeniyle adetini unutsa, hatırlamazsa bu kadına muhayyere - şaşırmış denir. bu kadınlar şu guruplar altında toplanabilir:
1. yalnız günlerini unutanlar
2. zamanını bilemiyenler
3. hem kaç gün olduğunu hem de zamanını bilemiyenler."
 Kadın ilmihali, M. Cemal Öğüt, Bahar yayınları, 1971

(evet, boş zamanlarımda türkiye gazetesinin verdiği kitaplarla dolu kütüphanemden besleniyorum)

orada olmayan kadın modu (en sağdaki)

yazmaya başlarken bir serzenişte bulunmak değildi maksadım. fakat öyle icabetti. neyse. asıl anlatmak istediğim, baksana cemal amcanın söylemesine göre ben şaşırmışın tekiyim ve de bunların ikinci gurubundayım. düşündüm, doğru da. iyi ki böyle eserler var. sabahtan beri ekşimik bi suratla oturuyordum işyerinde ve "lüzumsuz" buluyordum. neyi. bilsem. ama sanki ben de dahil komple.

geçen gün soğuk algınlığı öncesi halsizliğimi depresyon sanmıştım. bütün gün bi ton poz kestiydim yok yere. akşama doğru ardarda patlattığım hapşuruklarımdan anladım ki ay ben şifayı kapmışıııım. depresyon olmadığını anlayınca nası neşelendim nası.

şimdi anlıyorum ki bugünkü "lüzumsuz" modunun sebebi de regl öncesi ruhsalların sapıtması. neyse ki günün erken saatleri itibariyle neyin noolduğunu biliyorum artık. dengelemeye çalışıyorum.

ananemin demesine ossuruktan teyyare olduğumu biliyordum da, meğer muhayyere'ymişim de. 
yani demek benim hikayem bu: şaşırmış!
ama mühim olan allah şaşırtmasın.

18.01.2011

hayat, ufak hurafelerle daha az sıkıcı olabilir

bu sabah uyandığımda penceremin kenarında uç uç böceği vardı. 
:)
ne var bunda. mı.
ya saçmalamayın, herkesin penceresine de konmuyor heralde bunlar. böcek dünyasından sürekli karşılaştığımız canlılar da değiller. götü başı beton kaplı, nefesi kömür kokan istanbul'da uçuşmayı seviyor da olamazlar. akşamdan sabaha hiçbir camı penceresi açık olmayan evde, benim odamda, benim penceremin dibinde tam da benim uyanacağım sırada eğleşmesi sizce de garip değil mi. orda takılırken buldum bunu. göz göze geldik, işmar etti bana.

uğurböceğine bakarken, dilek dileme ritüeline girmem mecbur mu ki diye düşündüm. (yeni uyanmışken sözcüklerden cümle yapamıyorum tabi, zihnimde olan biteni, aslına olabildiğince uygun türkçeye çevirerek yazıyorum şimdi buraya. yoksa çevirmesem zihnimden geçenler şuna  benziyor: behartuta dago nahi nahi) uğraşamam lan şimdi ritüelle. zaten yeni pörtlemişim. (ötu serehe sasa.  miwezi pörtlemişim tayari)  


düşündüm ki sadece aklımdan güzel şeyler geçirmek de yeterliydi bence. hem sabahları sesim kötü, ben şarkısına başlasam böcek dileğimi beklemeden can havliyle kaçıp giderdi. keşke adı sanı belli bi dilek cümlesi geçseydi zihnimden. tüh. ama henüz uyanmışken kelime dağarcığıma ulaşmam mümkün değildi. sadece tüm zihnimle gülümsedim. yani yeni uyanmışlığımı hesaba katarsak bir bezelye büyüklüğünde gülümsedim.  zihnimin bir çok departmanı hala uyuyordu.

aklımdan güzel şeyler geçti geçmesine de, o ritüel zahmetli hakkaten.bi kere konuşuyosun bunlarla. şarkısı da var. uç uç böceğim annem sana terlik papuç alacak. tuhafmış doğrusu. neyse bunu söylerken elinin üstüne alıyosun bunu, sonra uçmasını mı bekliyosun. evet bekliyosun. üfleyenler var mıydı. onlar hile yapıyorlar. nefesini tutup beklicen, uçarsa dileğin olcak uçmazsa olmucak. 
yeterince beklersen kesin olcak. (elbet sıkılıp gidecek bu hayvan)

17.01.2011

bende albüm yapmak istiyorum, neyim eksik?

bugün evterliği ve gagatırnak'la buluştuk. (evet rumuzlarda aşıyorum kendimi giderek, ev terliği önceleri zehirli karanfil dediğim arkadaş. çok uzun oldu karanfil hem de zehirli filan)

bu arkadaşlarım benim canciyer kuzu sarması geçmişimin karması tipler. eski ve sağlam dostlar. taaa fakülteden bu yana. aramızda evli olan, evterliği. halihazırdaki nişanlısıyla iki yakayı bir edemedikleri için bir türlü evlenemeyen gagatırnak. ve evlilik hikayesine bir ara teğet geçip o kadarıyla bile sıtkı sıyrılan burcu.
 
lafı döndürdük dolandırdık yine belden aşşa koyverdik,  samimi olunca gündemde herhangi birinin de ciddi bi derdi tasası olmayınca eninde sonunda hikaye bu...

efendim bir ara ben ortaya bi olta atmışım ki. ama yemin ederim, ne yaptığımın farkında değilim. dedim ki, ulan milletin sevgilisi neler yapıyor, sevişirken dinledikleri özel şarkıları olanlar mı dersin,  filmlerde filan hep böyle yani. hele bi keresinde corciyanus anlatmıştı, demişti ki, adam yatakta sağ taraftan sol tarafa onun üzerinden artistik patinaj hareketiyle geçmiş (hani  havada kendi çevresinde hızla dönüp tek ayak üstünde dengede yere inme hareketi) alkışlasaydın bari demiştim, puan verseydin. yok demişti yatağı tutturamadı yatağın solundan aşşaa düştü. hahaha. tamam be şu an uydurdum bunu, ama hakkaten öle balet gibi hareketler yapmış, bu gerçek. 

neyse ben nedense(herkesi kendin gibi sanma hatası) evterliğiyle gagaterliği de içine alan bir cümle kurarak "olmadı hayatımızda sevişirken müzikli ortam kuran bir adam" dedim. yemin ederim gülelim diye laf olsun diye. şukkadarcık olta atma niyetim vardıysa noolayım. zaten yalnızım ve penceremde bir selvi ağacı. bilmek istemem kimselerin egzantrik cinsel yaşamını. banane. 

ben böyle deyince gagatırnak bana ve evterliğine bi bakış baktı, manalısından. haddi cannım... aramızda müzikli cinsel yaşamdan en uzak görünen tip. hem çift olarak böyle hala türkü dinleyen solcu tipler, hem mülayimler. zaten bende  direk, haa tabi dedim ilvanlım'ı dinliyosunuzdur (nişanlısının, kayayı gırcı duttu alfistanlım gaytanlım diye çalıp çığırdığı, en sevdiği türkü, inanılmaz ama gerçek) patlayan kahkahalarımız azalırken baktık ki gagatırnak hala aynı muzip bakışla bakıyor. ev terliğiyle gözgöze geldik. şakası yok bunun. eee? dedik. utangaç pozu atarak:
- "albümümüz bile var"
ney, albüm müüğ?  ha öyle denk gelmedi de yani, planlı... yokh artıkh! hakkaten imanla paranın kimde.. yok bu uymadı.

artık tabi muhabbet kahkahalarla bölünüp duruyor. ben çok fesatlanmış rolüne girdim, evterliği evli biri olarak kamasutranın kitabını yeniden yazmış, albümde neymiş der gibi sakin insan pozuna girdi, bakıyoruz gagatırnağa. o hayvanda "sanırım biraz şanslıyım" pozu atıyor.  e artık ben durdum durdum uydurdum:

- bundan sonra sana bakarak dalıp gidersem sorma ne düşünüyosun diye...
- karışık mı yüklediniz ulan?
- e bende bir albümüm olsun istiyorum.
- eğer böyle bir adam çıkarsa karşıma mesaj atıcam size: "albüm yolda!"
- ilk klibi hangisine çeksem?
- çok özel bi insanla çalıştım.
- stüdyoya kapandım.
- 8 şarkı var içinde, ilk şarkıdan başlıyorsun... aynı gün içinde... sonnuna kadar bırakamıyosun... her biri farklı sound, o derece.

bi de demez mi:
- e vereyim sana istersen bizim albümü...
bak edepsize. az değil. ev terliği de atıldı ordan:
- tek başına naapsın sizin albümünüzü...
burcu da altta kalır mı kaptırdı burdan,
- ya sen? eve gidince varolan albümlerden bir tane seçip, bana bak bu da bizimki demicen sanki kocana.






aynı üçlünün çay sohbetleri devam edecek...

16.01.2011

benliğin restorasyonu ( aslını bozmadan onarmak )

bazen rüya içindeyken hissettiğiniz duygular, uyandıktan sonra günün ilk saatlerine de sirayet eder ya... mutlu uyandıran rüyaysa neyse de nahoş duygular uyandıran rüyaların peşinize takılması hiç hoş olmuyor doğrusu...

hem teoride hem de pratikte en nihayetinde bir hikayeden çıkıp gittiğinizde bile, bilinçaltının hala aynı hikaye üzerine bıdı bıdı yapması, hiç yoktan görüntüler oluşturması, hiç söylenmemiş laflar hazırlaması... biz buna da hayatın cilvesi diyelim hadi.

buz gibi bir rüyadan uyandım bugüne. terkedenle ilgili hesaplaşma hala devam ediyor demek ki içerde. anlıyorum kendimi. kolay değil tabi. rüyada söyledikleri yüzünden ona karşı düşmanca duygularla uyandım bu sabah. bu hikayedeki durumum hakkında kendime kızdıklarımı, yediremediklerimi, kırıklığımı onun ağzından söyletiyorum da yerden yere vuruyorum kendimi işte. nasıl yaparsın. bile bile lades dedinişte vs.

e olacak bunlar. hesaplaşmalar.

ilişki devam ederken de görüyordum böyle rüyalar. küt diye açıyordum gözlerimi. 
bakıyorum da onun olduğu rüyaların ortak noktası hep gece karanlığında geçmesi, hiç hatırlamıyorum onunla ilgili aydınlık bir rüya. onun yüzü de hep karanlıkta ya da kara.

benim zihnimde de böyle karanlık, kararsız; dürüstlüğü, yalan söylememek değil, gerçeği saklamak olarak yaşayan biri olarak kalacak. (ağır konuştum)

halbuki son bir haftadır, bir hoşluk bir güzellik bir neşe bir yeni kararlar bir yeni çantalar, iki yeni boğazlı kazaklar var bende. yeni saç kesimim de başarılı. tahlilleri de aldım, sonuçlar iyi. belki bir iki rötuşlanacak nitrinler ferretinler filan varmış. 

bu, böyle gördüğüm son rüya olsun. abartmayım bende yani öff. zaten şurda kaç aylık hikaye. nedir yani. insanlar neler neler yaşıyor. alla alla.

13.01.2011

denizaltında altı tahammülfersa

sadece bir tiyatro oyunu sırasında seyircilerden bir çiftin, hem de arkanızdaki koltuklarda oturmalarına rağmen ve o sırada sevişmedikleri halde, sırf çıkardıkları seslerden seks hayatlarının berbat olduğuna tam anlamıyla ikna olabilir misiniz? ben bugün oldum. 

adam horuldayarak uyuyordu, kadın adamın bir kolunu omzunda rehin tutuyordu ve kesik-histerik gülüşlerle oyunu izliyordu. bence ikisi de birbirinden manyaktı ve ben buna da tam anlamıyla ikna oldum.

oyunun ikinci yarısıydı, arkamda duyduğum bi horlama sesi miydi? yok canım, bana öyle geliyordu. sahnede 6 adam bangır bangır bağırarak oynarken horul horul uyumak mümkün müydü? ama dur bakayım, evet horlayan biri var. şöyle bi yarım döndüm sese doğru. arkama bakmamla önüme dönmem bir oldu ve ne gördüğümü düşündüm: horlama sesi çıkardığı halde göz göze geldiğim(?) bir adam ve yanında bi kadın flu... evet buydu gördüğüm. bi daha baktım, adam hem horluyor ve evet hem de yarı açık gözlerle bakıyor gibiydi. yanında sahneye bakan ve gülen kadın, kadının omzundan aşağı sarkan cansız bi kol... kadınla göz göze gelmekten korktum çünkü crazy eyes çıkabilirdi.

adam oyunun kalanı boyunca horladı. bir ara nefes alıp verişi sıklaştı da. kadın, adamı hiç dürtmediği gibi sanki yanındaki uyumuyormuş gibi izledi oyunu ve bi ara - zaten oyuncuları da  say bi avuç insanız- sahnedeki seslerle kadının kesik gülüşlerinden bi interaktife de aktık. oyun bitince de dışarıdaki oyun afişlerine bakarken bulduk bunları. sanki tuhaf olan biziz yani hayret bişey. 

oyunun seyircisi saydım bizle beraber 26 kişiydi. ytong şefinin teklifi üzerine gittim ben. daha önce "hastasıyız" adlı oyunlarını izlemiş, çok beğenmiş. oyun eğlenceliydi. bayaa kahkaha da attım bi ara. ki tiyatrolarda kahkaha atarken görüntülendiğim nadirdir. bugünün tek neşeli hikayesi oldu bana. gidin gülün eğlenin. hayır düşündürmüyo. beni düşündürmedi.

7.01.2011

betleme

o son kadehi içmiycektim.
hadi içtim ordan geçmiycektim.
hadi geçtim dönüp bakmıycaktım.
hadi baktım o sokağa sapmıycaktım
hadi saptım kaldırıp başımı bakmıycaktım
hadi baktım devam ederken durmıycaktım
hadi durdum geri dönmiycektim. (filimde misin ulan filim mi hayat)
hadi döndüm o zili çalmıycaktım.
hadi çaldım yukarı çıkmıycaktım .
hadi çıktım içeri girmiycektim.
hadi girdim bari artislik yapıp ayaküstü hal hatır sorup çıkmıycaktım. (daha artisliğin mi kalmış be salak)
hadi durmadım gidiyorum giderayak kapıda bari bi sarılayım dediğinde sarılmıycaktım.
ama oldu hepsi oldu. napayım oldu.
bugün mutsuzdum.
yarın da mutsuzluğum garanti.

scrat dedi ki, sen masal gibi görüyorsun bu hikayeyi. aslında buz gibi hikaye bu dedi. buz gibi dedi. öyle mi gerçekten.
çok mutsuzum.

Drum bu...


bi daha dünyaya geleydim baterist olurdum direk. hiç kasmazdım öss filan. okula da gitmezdim ulan. hiç başlamazdım. evden yetişirdim herkese ne var. noluyo sanki. nedir yani. bateriye de küçükten başlardım zaten. biberondan önce baget tutardı minnacık ellerim.

ondan sonra, yıllar sonra...
biri seni terk mi etti, koş baterinin başına...
geri döncek gibi ama dönmüyor mu allahsız,
dur hayır o elindeki bagetler...le sadece bateri çal lütfen, eveth... tamam.. 
hayır sanki bi an gözlerinde karanlık bi.. neysse..

negzel olurdu bee...
yani çalması da güzel olurdu, bagetlerle koşması da. drum a göre.

5.01.2011

siyah beyaz ekran kaplama seçkisi

Romantik komedi şahikası The Apartment. Mrs. Kubelik kısaları yakmış :)
notorious adlı muhteşemden bir sahne. Don Draper'ın atası Devlin evet ve tatlılar tatlısı Alicia.
kadıköy'den bir sahaf önü
benim müdür bu fotoyu görünce, arıza olduğun  mesai boyunca buna bakmandan belli dediydi


4.01.2011

çembere alan çember

döllenme?* 

bilenleri ve sevenleri, denk gelince, uzaklara dala çıka eşlik ederler bu şiirin şarkısına... herkesin kafası da çemberin dışındadır ya, ona da acayip tavım. 

iyi güzel de, şair "çember"in metaforunu kasnaktan mı çatmış acaba. elementi tahta mı yani. herkese göre de böyle midir bu peki. ya çember esnekse. şiirde kastettiği anlamı hiç bozmadan çemberin elementini don lastiği olarak alırsak -ki neden olmasın- hikaye baştan sona değişirdi:

ha içindesin çemberin ha da dışında...



* çizenkişi bu çiziminde, şiirdeki anlamıyla çemberin, söylenenin aksine, aslında kimseleri dışarıda bırakmayacağını anlatmak istemişti, fakat bittiğinde gördü ki, çizim daha ziyade döllenmeyi anlatmış. değişik bi salaksın diyenlere hatırlatırım, aslında herşeyin temelinde de cinsellik var naber. ve onu da idare eden abd'deki güçlü yahudi lobisi. tabi ne sandın.

** murathan mungan

3.01.2011

yapma bana mobink


ne bu mobbing? ne biçim ismi var bunun?
konuya sizler için eğildim sevgili mobinkçiler.

iş yerlerinde bazı muzır çalışanların, kıl oldukları iş arkadaşlarına yaptıkları üstü örtülü eziyetler, yakası açılmadık kinayeler, dışlamalar, ayak kaydırmalar gibi terbiyesizlikleri ifade eden bir kavram. hikayelerin ortak noktası üstü örtülü saldırı şeklinde olması, aleni yapılmaması. kendi halinde çalışan kesimin kulağına bu söylediklerim yabancı gelmeyecektir. kendi çapında mesaisine günler, aylar, yıllar boyunca tahammül etmeye tüm enerjisini harcayan hangimiz bir takım hırslı tiplerle, kraldan çok kralcılarla küçük savaşlara davet edilmedik ki? o anlamsız savaşlardan kaçsan bi türlüüüü kaçmasan bitürlü… fakat acıklı gerçek, hayatındaki tüm arzusu, günün>ayın>yılın elemanı olmak olan bu modellerle, aynı kurum çatısı altındaki bir aradalık hali. evdekilerden çok onları görürsün, nasıl kaçacaksın bu sümsük düelloculardan?

ama şurda biz bizeyiz şimdi allaşkına. sosyal yaşamı matruşka misali soyup soyup tanımlayalım, ayırt edelim, yadırgayalım, indirgeyelim gayretlerinin epeydir suyunun çıktığı da bir gerçek. modern bilimin maddeyi atomcuklarına ayırarak yaptığını, insanların gündelik hayatları üzerinde yapagelmek acaba hangi tıkalı düşünce damarlarını açıyor ben anlamıyor. yoksa kendi halinde akışkan düşünce damarlarına gereksiz yere anjiyo mu yapılıyor? vatandaş burcu sırf meraktan soruyor.

işyerlerinde şu mobbing adı takılan hikayeden geçilmiyor, evet. tamam ama yeni bir şey keşfedilmiş gibi davranılması da tuhaf doğrusu. “iş yaşamında mobbing diye bir illet bulduk; hukukla, demokratik liderlikle bu mobbing belasının başı şöyle ezilir, böyle yokedilir” diye akıllar vermek ‘lüzumsuz sosyal bilimsel keşifler’in lüzumsuz çözümler listesine yeni bir madde eklemek gibi…nazar-ı şeysimde.

naapalım yani, iş hayatında var ve olacak böyle kaka şeyler yapan tipler, hayatın her türlüsünde var arkadaş, kaçamazsın.

bir adım geriden bakıldığında insanların çalışma arkadaşlarıyla rekabete teşvik edildiği iş dünyasında ve modern hayat tarzı içinde hepimizi, her alanda mümkünse en birinciliğe koşturtan şu dünyada, para kazanmaya gidip geldiğimiz o iş yerlerinde insanların birbirinin açık ya da örtülü gözünü oymakla meşgul olması gayet "normal" değil mi? yırtık don meraklısı egonun kapitalist sistemle mükemmel uyumudur bu. ego, bu yaşam biçimiyle kendi kendini aşmaya çalışmakla vakit kaybedemez, acil tarafından önündeki adamı yaka paça indirmesi, insanlıktan derhal çıkması gerekli. (hatalıysam solla)

üretim alanında  “ustalık” etiketi değerini kaybedeli ve onun yerine, şık italik harflerle “uzmanlık” yazılalıberi işler küçüldü. tek bir uzmanın elinden çıkanın ancak diğer uzman arkadaşlarının elinden çıkanlarla birleştirilmesiyle anlam kazandığı, bu nedenle yapılan işlerin kendi başına bir ruh taşımayışının ve yine bu nedenle işi yapanın yaptığında kendini ifade edememesinin, kendini ürettiğinde bulamamasının sonuçları bu mobingolar flamingolar. (dedim de, bi ara flamenko kursuna yazılasım var)

insanlar mesai saatleri içinde genellikle ne yaptıklarını bilmez durumdalar. hemen her sektörde insanların aynı torna tezgahından çıkmışçasına birbirinin benzeri işler kotarmaları da bununla açıklanabilir; bu ne yaptığını bilmeden yapma haliyle. ama bunun da bir adı var; "gelenekleşme" ya da "kurumlaşma" diyorlar bu yaratıcılık fukaralığına…

çalışan mutsuz işte. genelde.
ama sadece mobbing denen şeye maruz kalanlar değil, mobbing yapanlar da mutsuz… bugün burada mobbing denen şeye maruz kalan yarın, koşullar müsait olduğunda aynı yerde ya da başka yerde mobbing uygulayan da olabilir. o halde insanların sistem kaynaklı davranış bozukluklarına ad takıp yeppisyeni tedbirler almak yerine, giderek mutsuzlaşan ve ayakta kalabilmek için birbirine saran insanlara, salt yaptıkları işten mutlu oldukları ve başka tatmin aramadıkları, güvenli bir üretim hayatı yapılandırmak gerek. (şekerim benden söylemesi. ki söylemesi bedava evet)

ve işe, her şeye bir kulp takmacı sosyal bilimcilerin niye kulpçu olacak kadar mutsuz olduklarının araştırılmasıyla başlanabilir mesela. (çözüm yolundan puan ver bari allahsız)
herkes birbirinden korkuyor aslında bakma sen.

2.01.2011

sıla: acısa da öldürmez ama cehenneme döndürebilir

yeni yıldaki ilk sosyal gözlemim popçu sıla'ya nasip oldu. hiç de sistematik olmayıp ekseriyetle denk gelişler sayesinde yaptığım incelemeler neticesinde günümüz türkiyesinde her işyerine en az 1 sılasever/sılasevici çalışan düştüğünü tespit ettim. sılaseverler dışında kalan çalışan kesim ise üçe ayrılıyor:

1. öteden beri sıla sevmeyenler (ilerleyen zamanlarda sılasevicilerin ölüsevicileri oluyor bunlar)
2. sırf sılaseviciler yüzünden sevecekleri varsa da sıla sevmeyenler (yakasilkiciler)
3. sıla duymayanlar (bir kapıları varsa kapatabilenler, kulak tıpasıyla çalışma lüksü olanlar)
4. onu bırak sıla diye isim mi olur lancılar (ya konudışı ya yurtdışı bunlar)

ben birinci gruba giriyorum. yani bir mağdurum. sıla faşizminin altında iki büklümüm, ağır rahatsızım. bir ara ortalık ferhat göçerden geçilmiyordu. o zaman da yine birinci gruptaydım: ferhatla göçendim. onda da göçüp gitmeden asimile olayım bari diyenler kurtardıydı kendini. kurtarmaksa. (mani dinine giren uygur taktiği... sonra minyatüre resime veriyolar kendilerini rahatlamak için)

bir mesai ızdırabı olarak sıla
sabahtan takıyorlar sılayı. sevenler yani. akşama kadar dönüp duruyor anasını satıyım. ölen mi var kalan mı var ağır yaralı mı ayakta tedavi edilse unutabilir mi  ne gam. "acısa da öldürmez.." kadın doğru da söylüyor, (hayır icrası güzel manasında değil be) dediği gibi yani acıyor ama öldürmüyor. "hayatını söndürmez" diye devam ediyor, ne hayatlar sönüyor bu bok yoluna  hey gidi. yok efendim "napıyomuşuz bi daha yapmıyomuşuz" diye tekerleme gibi bi şarkı daha... yapma bi daha.  yok sılacım sen yap istiyosan... da seni sevenler işyerinde yapmasın diyorum.

mesela şimdi çal bi şarkısını, sılayla birlikte teklemeden söylerim yemin ediyorum madalya da istemiyorum nalet olsun. hadi biz tamam. olduk biz. ya "alain delon" dan ne istedin be mübarek.

bir arkadaşım d&r'da çalışmaya başladı. ki dinlemez pop filan. geçen bu napıyomuşuz'u mırıldanıyordu, napıyosun abi sende mi dedim. napıyomuşum ki, ekmek parası dedi. bütün gün sıla çalıyolarmış orda da. ytong şefinin şantiyesinde de yaşından başından utanmayan evli barklı bi amca çalıyomuş sabahtan akşama. "sevişmeden uyumayalım" filan. oluyo mu yani. kadının dinleyici kitlesinin sınırı da yok. 

bizim işyerinde ise, (çok da sevdiğim) bir iş arkadaşım zikiyo kafamı sılayla. o da beni sever biliyorum. bilmesem diyeceğim ki, bu da sıla dinleterek mobbing uyguluyor bana allahsız. e işte mobbing değil mi o, üstü kapalı eziyet etmeler, ayak kaydırmalar, kafa bulandırmalar. sıla dinlemeyi sevmeyene bundan ala mobbing mi olur. dediğim gibi sever de beni ama bu bi müzik sevgisi değil bi salgın olmuş furya olmuş.

haftaya pazar çağlayan meydanında "mesai saatlerinde sılaya HAYIR" filan gibi bişey organize edilirse gitmeyen na böyle olsun. pankartım da hazır: "sıla faşizmine karşı birleşin kardeşlerim" ya da "evinde dinle". ya da "kulağıma dokunma" bilmiyorum karar veremedim.