dün, tarafımdan pek de hararetle beklenmeyen bir tatil günüydü. uyandım, iki saat kadar oyalandım yatakta, daha da yatardım ama düşünmenin sonu yoktu, bitmiyordu. kalktım bari.
ne yapabilirdim mükellef bir kahvaltıdan başka? bir iki gazete alırdım, gazateler bitince bi film takardım. çıktım alışverişe, yarım kilo salatalık, -evde domates var- yarım kilo peynir, indirimden bi nutella, bi hürriyet bi cumhuriyet bi ekmek. günlük süt bulamadım. greyfurt mevsiminin başladığını gördüm. almadım ama. kim taşıcak şimdi. boşver sonra.
döndüm eve. kahvaltı hazırlarken bi türk filmi takayım dedim, ses olsun bana bi yandan. baktım,
son ders: aşk ve üniversite diye bir film varmış. afişinde
ferhan şensoy'u görünce ,aaa böyle bi filmi mi varmış, tamam dedim bu olsun. başladı film, başladım ben domatesin kabuklarını soymaya. film ilerlemekte, ben artık kahvaltı masasındayım. hem izliyorum hem yiyorum. kahvaltı dediğin en fazla 15 dakka. ve zaten sigara tellendirmek içindir yemek. aldım gazetelerimi, çayımı, laptopu geçtim içeri. gazeteler beklesin, film iyi gidiyor, hele bitsin.
derken filmde mutlu sona bir türlü eremeyen, ertelenen aşk hikayeleri. hadiiii... önce doldu gözlerim. sonra çok sürmedi, katıla katıla ağlamalar geldi. film iyi, güzel de öyle çok da şahane değil şimdi. ferhan şensoy harika ama bütün oyuncular ferhan şensoy gibi de değil hani. ortalama bir filmle bu kadar ağlıyorsan vardır bi derdin. var işte. bi de bakıyorum ki kendime şöyle, ulan çok komik görünüyorsun diyorum . diyorum ama filmi, ağlama geldikçe durdurup biraz ağlayıp devam ettirmekten başka bişey yapamıyorum. öyle ağlıyorum ki konuşulanları duyamıyorum. bi de evde yalnız oldun mu çok salıyosun beaabi. al sana, sürpriz bir şekilde kurbağa olmanın hikayesi bir öğleden sonra...
ha son not olarak ekliyim, o kadar ağlayıp zırlamam bile durul bazan adlı itici şahsiyete tekrar uyuz olmamı engelleyemedi, filmin en tipitoş yanı bu adamdı bak.