17.10.2010

hakkaten kalabalıkmış!

böyle bi karikatür vardı selçuk erdemindi sanırım. iki tipitoş türk ölüp cehenneme gitmişler ama antik tiyatro gezer gibi bir halleri var. ilerde bi bekçi zebani türklerden sıtkı sıyrılmış havada dinliyo bunların muhabbetini. biri diğerine, eliyle kefeninin yakasını silkeleyip kendini yellemeye çalışırken diyo ki: hakkaten sıcakmış!

ben de istanbul'un keşmekeşi klasiğini bugün az evvel dilim döndüğünce anlatmaya çalıştığım karikatür komiği gibi yaşadım. işten çıktım. sanıyorum hem bir cumartesi akşamı olması hem de sonbaharın son günlerini yaşıyor olmamız nedeniyle canını seven kendini dışarı atmıştı bugün. atmıştı atmasına ama peki nasıl ve saat kaçta içeri girecekti? beğendi mi yaptığını peki? baktım valla pek sallayan da yoktu keşmekeş filan.

boğadan aşşa sallandım rıhtıma. önce otobüse baktım şöyle yan gözle, kıyamet gibi kuyruk. hiç düşünmedim bile direk minibüslere yürümeye koyuldum. minibüslere doğru giderken benim binmeyeceğim minibüs duraklarında muazzam kuyruklar gördüm ki, derhal kaçmak elzemden başka bişey değildi. dedim ne bu insan sürüleri yaa. ne bu kara ütopyalardan fırlamışçasına insan manzaraları... o sıraydı sanırım içimden hakkaten kalabalıkmış diyesim geldi işte. sonra bir döner bakarım ki aynı allahın yanına çıkmış kuyruktan benim durakta da var. dedim zaten canım sıkkın uykusuzum yorgunum atla taksiye neyse parası verirsin nedir yani. ben sanırdım bu minibüs kuyrukları 1970 lerde türkan şorayın sultan filmini çektiği yıllarda, çiçek abbas 'ta filan kaldıydı. kararsızlığım yüzünden yine de kuyruğun sonuna geçerek ihtiyatlı davrandım. hayat bir rezillikten başka bişey değildi orada. öyle dururken peşpeşe üç minibüs geldi aldı sıradaki civcivleri tıka basa. üçüncü minibüsün arka dörtlüsünde cam kenarına denk geldiği için içi imkanlar dahilinde sevinçle dolan bir civcivdim ben de artık. ki çilem dolmamıştı.

trafik vardır diye açtım kitabımı -ki ismi manidar: "benden selam söyle anadoluya". kitabın ismi şöyle devam edebilirdi rahatlıkla "buralar bok gibi"- taktım müziği kulağıma. kendimi dehşet bi trafiğe ve kafadan iki saat yola hazırladım böylelikle. derken E-5'ten giden ve takılmadan giden o minibüste kendime göre artık gelmişimdir diye düşünerek ineceğim yeri sorduğumda şoförle birlikte yolculardan bir kaç terbiyesizin de "o hooo" dediğini müşahade ettim. sanırım bu "orayı epey geçtik abla" demek oluyordu. naparsın inersin karşıya geçersin, geldiğin yolun bi kısmını geri gidersin. (eve yeni taşındığımdan ve yer yön fukarası olduğumdan şaşırıyorum hala ineceğim yeri) bindim tekrar minibüse bu sefer aptal civcive oturmak yok tabi. tıklım tıkış ... envai çeşit koku... bu sefer tetikteyim inmeye fokuslanmışım. indim o bet durakta. gerçekten çok çirkin olan o üst geçitten geçerken bi ağlama geldi bana. bana da böyle teklifsiz geliverir ağlamalar. hele de regl öncesi sonrası. çok ağlamadım öyle iki damla yaş. insanlardan da tırsıyorum E5'lerde ağlanır mı. nerdeyim, nerden geldim nereye gidiyorum, izmire mi dönsem, dün gece ne üzücüydü, bugün ne yorucuydu, hayat ne kadar tuhaftı filan eve vardım işte.

ha bu arada sinirlerimi bozup ağlamamı tetikleyen, son bindiğim minibüsteki cengiz kurtoğlu müziği olabilir. yok ulan dokunaklılığından değil, bilakis kepazeliği tamamlayan bir film müziği oluşturmasından. bence bu minibüs şoförlerini tek tek alıp döve döve klasik müzik dinletmek lazım. matah bişe olduğundan değil sırf intikam için.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder