10.10.2011

belgesel kafası

depresyon döneminde izlenen film sayısındaki artış üzerine kaleme aldığım bi ton bilimsel makale içinde, tercih edilen filmleri iki kategoriye ayırmayı nasıl unuturum gerçekten anlamıyorum. sol beyin belli ki görevini yapmıyor. zaten bi süredir. 

iki tür film izlemek rahatlatıyor kafasının içinde sürekli konuşan o sesi durduramayanları:
1. hareketli, vurdulu kırdılı, saçmasapan filmler.
2. karmaşık şeyler söyleyen bir dış sesin hiç durmadan konuştuğu belgeseller.

birkaç kötü adam. hala iş başındalar.
sanılmasın ki hayvan belgeseli bitki belgeseli. hiç hazzetmem. bir koalanın en inanılmaz özelliğiyse... ohooo ben çoktan daldım gittim başka yerdeyim. geçmiş olsun.

daha çok uluslararası şirketlerle ilgili, global ekonomiyle ilgili, yediğimiz besinlerdeki gdo'larla ilgili, türkiyenin yakın tarihiyle ilgili yani kısaca zeitgeist işler. bunlarda anlatıcı hiç durmadan anlaması zor, kaotik cümleler kurar, onlarca isim duyarsın, onlarca kısa ropörtaj vardır, adamın dediklerini anlamak bir yana ekranın ortasında adamın ünvanı yanıp söner, kimmiş diye ona mı bakasın lafı mı kaçırmayasın.  ara ara ekranda çözmesi zor grafikler, animasyonlar döner. velhasıl beynin döner. herşeyi anlamak için kastırırken kafanın içindeki o uyuz ses çoktan susmuş olur. harika. işte bu.

yine bi tane izledim. inside job. küresel ekonomi üzerine olanları daha çok seviyorum. çünkü kullanılan kavramlardan bi bok anlamıyorum. anlamaya çalışırken çok güzel oluyor. yatırım sektörü, finans sektörü, derecelendirme kuruluşları, cdo'lar, kredi temerrüt swapları, fon satımı, subprime krediler, deregülasyon izlerken yüzümde bir "vay ipneler" ifadesi, içimde bi umutsuzluk hissi oluyor. bu umutsuzluk hissi bu sefer kendimden kaynaklanmıyor da daha küresel bi umutsuz oluyorum bir süreliğine.

aklımda kalanlar yine kazanılmayan ve harcanmayan paraların ekonomisiyle yönetildiğimiz ve barack obama'nın şu an yanındaki adamların 2008 ekonomik krizine sebep olan kararları alan bankaların, ekonomi kuruluşlarının tepesindeki adamlar olduğu. ha bir de amerika'nın çok saygın üniversitelerinin işletme fakültelerindeki profesörlerin ve  dekanların, bankalara, sigorta şirketlerine ve yatırım holdinglerine danışmanlık yapıp, çok büyük paralar karşılığı onları öven, herşey yolunda tadında makaleler yazdıkları. böylece dünyanın en zengin akademisyenleri oldukları. ayrıca izlanda'ya da burdan kucak dolusu sevgiler. çok üzüldüm.

yalnız dikkatimi çeken bi nokta; röportaj yapılanlardan biri de soros'tu ve kendisi, belgeselin, doğruyu konuşan adamlar safındaydı. isminin altına "hayırsever" yazmışlar. ops! kime göre neye göre hacı? üçüncü dünya ülkelerini gidip parasıyla karıştıran adam değil mi bu. zaten onca tatava içinde genele bakarsak belgesel bu balon ekonomiyi yaratan sistemle değil bu sistemde alınan "bazı" yanlış kararların amerikaya ne kadar zarar verdiğiyle ilgileniyor. isminden anlamam gerekirdi. dünyanın geri kalanı laf arasında parantez içinde. 

anlamakta zorlandığım kısımsa türev ürünler. bunlar tüm yatırımcıların var kabul ettiği şeyler.(paraleller ve meridyenler, paul ve virginie gibi heralde) amerika'da türev ürün piyasası bilerek denetimsiz bırakılıyor, hatta denetlenmemesi için yasa bile çıkarılıyor. 
bütün dünyada orta sınıf insanlar, bankalardan ev kredisi, tüketici kredisi filan alıp faiziyle ödeme yaptığında, o paralar bu türev ürünler piyasasına akıyor.
türev ürünler alıp satanlar da paraları striptiz klüplerinde, new york keranelerinde uyuşturucu partileri yaparak yiyolar çatır çatır. işin kötüsü, hala aynı sistem işliyor. muş. (deme bee, du bi çay koyayım)
doğru anlamışsam dişimi kırarım sevincimden.
ki zaten günümüzde biz sıradan halka ifşa edilen gerçeği(hadi herşeyi) anladığına sevinmek de bu tür belgesellerin isteyerek ya da istemeyerek hizmet ettiği şey: bilinçlenme yanılsaması. 
arada gazımız alınsın ki bu berbat hayata devam edebilelim değil mi.