16.11.2010

izmir; kaldığın yerden devam et...

S06E04

"otobüste manyak bir insan göremiyorsanız, o sizsiniz demektir"

Ted Mosby


izninizle bundan sonra otobüs yolculuğu yapanı ziksinler diyerek başlıyorum. yani tabi bayram münasebetiyle biletleri gidiş dönüş aldığım içün dönüş yolculuğundan sonrakinden itibaren ziksinler diyorum. almış bulunduk bi kere. 

böğk!
yollar git git bitmedi, yandaki ikili koltukların tamamını tek bir aile almıştı sanki. sinirli bir baba,  ezik bir anne ve  6-7 tane irili ufaklı çocuk. hepsi aynı kadından mı bilmiyorum. en büyüğü 10 yaşlarında bir kızdı. ellerinin içi kınalıydı. bu eli kınalı kız çocuklarını görünce hep bana çok sıkıcı bir çocukluk geçiriyormuşlar gibi gelir. onun yerine sıkılırım geçen zamandan, olan bitenden, onlar yerine bir an evvel büyümek isterim. zaten kına kokusu bana sıkıntıyı çağrıştırır direk. çocukken bir kına gecesinde istemiştim hayatımda ilk ve son defa. sürmüşlerdi, ellerimi de sarmışlardı tülbentle. boks eldiveni gibi. yıkasan da çıkmıyomuş filan ilginçti. beklemesi heyecanlıydı. ama ya sonrası. avuç içi teriyle karışan o mayhoş kına kokusu o kadar betti ki, sürekli koklama tepkisi yaratmıştı bende. işlem tamamlandıktan, eller yıkanıp ben bir süreliğine o kınayla lanetlendikten sonra nasıl bir işe bulaştığımı anlamıştım. otobüsteki kızı sahip olduğu kınası ve berbat ailesiyle bir kaç dakika böyle inceleyip, kafamda hikayesini yazıp bitirdikten sonra üç tane film taktım, kulaklıktan film sesi duymaktan kafam kazan ben kepçe oldum. robin hood'u izlemek de otobüse kısmetmiş. iyi ki. ben hayatımda bu russell crowe kadar apaçık tıkı şevket olup da bu kadar paraya üne kavuşan başka insan görmedim. piknik tipten karizmatik kahraman olur mu lan? piknik tip, pikniğe gitmeyi seven neşeli bir nedim sabandır işte. aman neyse ne. 

geldim izmir'e, evcaazıma.  tokuştuk bizimkilerle. herkesi iyi gördüm fakat içine marvin kaçmış kedimiz arif'i kilolu buldum.  

ve insan nasıl da hemencik uyum sağlıyor bulunduğu ortama değil mi cemşit?
bundan altı ay önceki günlerden birine dönersek benim istanbul'da yepisyeni bir hayat kurmak üzere yola çıktığımı görürüz. ki konu bu değil. konu, o günden öncesi: yani yaklaşık bir buçuk yıl kadar süren gönüllü işsizlik süreci. şimdi düşünüyorum da saysan 500 gün filan eder ama aslında 1 gün gibiydi. hepsi neredeyse aynıydı. milyon tane dizi, artık yönetmenine göre festival havasında izlenen filmler, şarkılar, biraz deryalı günler, biraz haberler, ev temizliği ve örgü, olabildiğince az insanla temas... özlenen bir aylaklığın ölesiye geberesiye çıldırasıya yaşanması.
sonra?
sonra nolcak, burak kut'tan gelicek duygusal bi çalışma, ve  yaşandı bitti haydi zıpla diycek, bavullar toplancak, anne ben gidiyom denecek.

lily'nin intikamı
bu sabah uyandım. nerdeyim ben, karşımda yatan kim. sonra topladım kafayı. evdekilere gelmeden önce kaçırdığım bazı dizi bölümlerini, filmleri emretmiştim, indirilsinler diye. indirilmişler. ailecek kahvaltı ve bayramlaşma hikayesinden sonra geçtim odama.  herşey bıraktığım gibi duruyor odamda.  ısmarladığım izlenecekler indirilmiş, klasörlenmiş. hangisinden başlasam. tabi ki how i met your mother...

peşpeşe taktım bölümleri. hiç sıkılmadan izledim son 6 bölümünü. yine sanki tanıdıklarımmış gibi oldular. diziyi fazla kaçırınca sanki onlarla yaşıyomuşsun gibi'lik geldi bana. en beğendiğim bölüm subway wars adlı  4. bölüm oldu. o neydi ya, kendimden geçtim gülerken. gülürken. gülerken miydi lan, yabancılaştım şu an. dolapta taaa geçen kış yarım bıraktığım örgüyü buldum, birazdan onu alıcam elime. sonra mad men'in bu sezondan izlemediğim son üç bölümünü takarım. sonra yatarım.

yani sanki hiç gitmemişim gibi, onu diyorum. 

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder